25 Temmuz 2012 Çarşamba

VI


Gün sonu

Kutumun bedelini ödemiştim.  Kızıla yetiştim, karanlık basmadan evime ulaşmalıydım.  Dağınık sokağı adımlarken gözlerimi bir an olsun yere indirmedim, selamının son demlerini yaşayan güneşin artıklarını izledim. Bir kadın, kaldırıma inat yeşermiş bir ağacın (her bir ağacın adını bilmeyi ya da adlarını koyabilmeyi ve unutmayan şu zihnime işlemeyi ne çok dilerdim)  bahar nasiplenmiş dallarına dokunuyordu. Kadın olmasa belki ağacı seçemezdim, dala uzanıyor ve bir çiçeğe dokunuyordu, -tebessüm mü yoksa dala uzanmanın güçlüğünden mi bilmem- kıvrılan dudaklarını izledim. Kadına aşık oldum.  Kimsenin ona aşık olmadığını, o an kimsenin, dokunduğu çiçekten başka kimsenin ona teslim olmadığını, o kadının gelecekten bir günüm olduğunu bilerek aşık oldum, adımıza sevindim  ve yoluma bakmaya devam ettim. 
  Zile basmadım..  birilerinin evde olması, merdivenleri tırmandığımda kapının açık olması yontulmamış bir özlemi bastırırdı çoğu zaman bu kez yapmadım, anahtarla kapıları açtım ve kütüphanemin önüne yattım.  Kilimin üzerindeki kuşlara su verip vermediğimi anımsamıyorum, gözlerimi yumduğumda bir nehre dalmıştım, bulanık suda çok gece önceden yumurtlamış olduğum balıkları ayırt etmeye çalışıyordum. Çocuklarım benden kaçışıyordu, diğerlerinden ayırt etmek zor olmadı bunun için. Sol bileğim bir dal kavradı ve elime şefkate eş değer bir öpücük bıraktı. nehir yeşile bulanmak için parmağımdan yüzüğümü istiyordu. Firavun başını andıran yüzüğümü çıkarıp ince dala taktım.  Artık nehirde değildim..  Gelincik tarlası olmaya hazırlanan bir bahçe içindeydim, kalenin rahim boşluğunda isyan eden tomurcukların göğe açılma sancılarını hissettim.  Nisan geldiğinde o kan tarlasına bir kez daha ineceğim.  zamandan anladığım sadece bu.. Nisan..
bir hışım odaya açılıyor gözlerim. Kitaplar suyun yüzüne çıkmış, güvercinler kapışıyor. “Durun” diyeceğim ağzım bir dolu atkestanesi döküyor orta yere.  Çınarlı o yolu yürüdüğümü anımsıyorum, bir ara ağaçları yutmuştum kim bilir.. kara parçalarını odaya taşımam yasaklanmıştı. Ve ben uysallık üzerine bir antlaşma imzalamamış mıydım? Ele veriliyorum, saçlarımı mercanlar basıyor, bir mürekkep balığı sol baldırımdan sıyrılıp huzursuz bakışı ile kınıyor beni. Tüm kollarını alnımda birleştirip uğultu duasını okuyor.. başımı ayırıp boynumdan bütün topraktan sökülüyorum,bir solucanım artık..  çamur oluyor önce su, sonra paklıyor kendini, daha derin bir kumsala yüzüyorum. Bu kez ciğerlerimin altından bir inci çıkarmamı istiyorlar.. sancıyorum..  ametist doğuruyorum önce ciğerimin bir parçasını kesip inci ile takas etmesini diliyorum. Eğer çok derinden dilersen ve çocuksan dileklerinin kabul olacağını söylemişlerdi bana.  Neden unutmuyorum? Onunla baş başa kalıyoruz. Gövdeme sardığım ametist parçayı uzatıyorum, yaklaşıp uzaklaşıyor.  “Duum duum” yutuverecekmiş gibi geliyor, zamanımın azaldığını, başımdaki her parçanın tek tek isyana teşvik edildiğini hissediyorum. Yeterince erken dönemezsem onu alıp bir efsaneye gömecekler, kesik baş.. bir solucan olarak bedenimi keşfetmek yormuyor, bedenimde hüküm süren işte şimdi karşısında yasalarını bilemediğim, koyamadığım o kalbin hakkımda verebileceği herhangi bir kararı duymak ürkütüyor. Kaçamayacak olmak.. o her şeyi görüyor..  bir daha yaklaşıyor ametisti yutup, incelmiş gövdemin orta noktasına bir inci fırlatıyor.. küfür gibi..  inciye kıvrılıp yuvarlanarak boynumdan çıkıyorum. Mürekkep balığının midesine yuvarlanıp inciyi yerine bırakıyorum. Başım boynumla buluşuyor.  Güvercinler az önce kaçırdıkları ziyafetin huzursuzluğunu kitaplarımdan parçalar yutarak geçiştirmeye çalışıyor. “Durun!”

Defterimi açıyorum..  her yazmada el yazımı değiştirme zorunluluğu yüklüyor bu bana.  Bir önceki sayfanın yazarının ben olmadığım ilanından sonra notlarımı düşüyorum.
1.      Antlaştın sen su ile
2.      Karaya basan ayaklarından arınıp gelmedikçe eksileceksin
3.      Kimlenemezsin!
Güvercinler pencereden sıyrılıp uzaklaşıyor, yaralı kitaplarım avuçlarımda kalakalıyoruz. Şimdi koparılmış her sayfayı anımsamam ve yeniden dikmem ve onları yalnız bıraktığım için özür dilemem gerekiyor. Yaşam adına özür dilemek..  gösterdikleri şefkate karşılık beni her zaman özürlerle affetmiyor, karınca masalını yazmam için kinayelerde de bulunuyorlar. İtirafa sürüklüyorlar..  kuyuma kanatlanıyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder