15 Aralık 2013 Pazar

bazı şeyleri şarkılar anlatamıyor.. yazık, çok yazık..

senin mevsimin mi geçkin? üşüyorsun , ellerin bir hayli garip çam gövdesi.. ellerinden bir sal, belki.. yapabilir miyiz dersin? parmak uçlarından küreklerimiz.. batar mıyız? gövdenden bir can simidi.. unutmalıyım şimdi bunu, unutmalıyım çünkü sen, ağaç olmamalısın.. yalnızca bedenin olsun gördüğüm, ellerin çatlamış sadece biraz.. gördüklerimi insanlaştırmak konusunda zorlanırım da ben biraz.. sanki et yalnızca et değilmiş gibi, bir yerde benzerlerini, uzak benzerlerini çağrıştırır bana.. mesela sen saçların ve kızarmış yanaklarınla bir elma ağacı .. hayır hayır, yalnızca yanakları soğuk bir kadınsın sen.. ve sesin bir müzik defteri değil, hayır değil yalnızca sinirler ve ses telleri.. çok zor anlıyor musun? hayır, sen bana baktığında ne görüyorsun?gülümsüyorum değil mi, elimde çevirdiğim bir kupa kahve, bitmeyen gün ve gecelere dayanıklı kahve.. sen de yanılma benim ellerim, el yalnızca.. bazen ben onlara baktığımda, bir dünya haritası, kuşluk, bazen kara delik, bazen hiçlik olurlar.. ama onlar et, kemik ve sinir yalnızca..  benim gibi yanılma, ben dünyada her şeyin bir anlamı olduğuna inandım ve inandım yıllarca.. oysa mevsimler mevsimdi, sen belki ilkbaharda doğmuştun, belki doğmadın ama ben senin bir yanıyla da neşeni bahara yakıştırdım, hani geleceğini nergis ve sümbülden anladığımız.. sen de öyle kokuyordun, soğuk kokuyordun biraz ne yazdan ne güzden nasibini almışçasına, sanki orada bir yer de bir şey kaybetmiş, sonra bulmaktan umudunu yitirip, ne bileyim işte yitirmiş, yitirmeye alışmış, yitirdiğini unutmuş, yitikliğini gizleyememiş gibi.. geldin işte, kapıdan önce kokun girdi.. her zaman büyüleyici gelmiştir kışın ortasında nasıl başarır bu çiçekler kokusuyla insanın içini yakmayı.. yakar evet, yasemin en çok yakar..  nergis bir de.. yüzü yerde toprak eşeleyen çocuklar gibi, mis kokulu, sütten yeni kesilmiş.. işte yine oldu, bu kez insandan geriye kalan, kendinden çıkıp benzedi. işte bana böyle büyük bir yanılgı yazgılanmış, sanki var olan her şey birmişçesine görüyorum, büyük ahmaklık, evet.. dayanamıyor, görüyorum.. kör olmayı denedim, delireceksin dediler, kör olayım o zaman dedim. bu kez gözlerime bağladığım çaputun içinde evreni gördüm, yıldız kümeleri, samanyolu, ne büyük patlamalardı, doğumlardı, uzayı doğururken gördüm, sonsuzda açılan kapıları, gezegen girdapları.. olmadı, yine olmadı.. bu kez çıldıracak gibiye geldim,bir dehşet bir mutluluk içim.. sen işte öyle büyük bir doğumun düşüğü gibi geldin, ellerini gördüm, yanakların kırmızıydı.. gökten düşen dördüncü elma gibi geldin, herkeslerin karnı tokmuş da, çürümeye kalmış, kurtlara hazır, "alın gelin artık yetecekse bu yetti canıma" der gibi.. acele mi etmiştin, bilemiyorum belki de hava soğuk, ayakların da üşümüştü, keyfin yoktu, parmakların acıyordu, kızarmıştı..  bilemiyorum, anlıyorum sadece.. "merhaba" dedin, "kahveniz var mı?" müzik kesildi, sen şakıyordun işte, ormanda yangın vardı sen şakıyordun, kaçıştırıyordun, kurtarsınlar canlarını istiyordun, senin sesin öyle diyordu, sözün.. kahve vardı "elbette, sıcak süt?"..  sen belki sadece soru soruyordun.. ben hep yaraları açık bıraktığımdan böyle, bilinen yerlere çekingen sorulan sorularda hep kapalı yaralar arardım, aradım seni.. az önce ısırmıştın dudaklarını, soğuk kanatmıştı, kış seni öpmüştü işte basbayağı.. aranıza bir yalnızlık girmiş, hayatla sen, zamanla sen... sen bu kargaşadan dudak kanaması ile çıkmıştın, yani bu kalan kışı hep kanamalı konuşmalarla geçireceğin, göğsüne bir nar broş iliştirip, dokunma, dokunma haykıracağın anlamına geliyordu. bilmiyorum ki ben, belki de sen sadece, sen değil mevsim kış, üşümüş, dudağını kanatmıştın, yaranı iyileştirmek için yalamış- sen kedileri hep sevmiştin- iyileşmeyi başaramamış, dilini kana bulamıştın. kışa hazırlıksız yakalanmıştın, mevsimin geçmişti.. sen belki hiç kardelen görmemiştin, soğuk çocukluğundan bu yana acımasızdı, bilemiyorum belki de zamanın çoğu seni ezerek geçiyordu.. "üşümüş görünüyorsunuz" dedim. bana baktın, bilmem ki ne gördün, et kemik, harita bir bahçe, yanık ağaçlar, kor yürüyüşler, teslimiyetin sağduyusuz yorgunluğu, tebessüm ustalığı, bilmiyorum ne gördün de, ağlama başladın..  ben bilmiyorum ama belki de yanılmamışımdır.. belki de insan biraz insan denen başka şeylere de benzer, ne bileyim sen ağlarken ben bir baraj yıkılmış da bir nehir özgürlüğüne kavuşmuş, basacağı köyler için acı çekerken, özgürlüğü için de delice seviniyormuş gibi geldin..
ben bilemem ama insan bazen bir şeyi severken, alıp kendini ona taşımak ve o insanda taşıdıklarını görmek istemeden onun çatı katında saklanmak ister.. yani alt katta hayatı dursun, kaçmasın, kaybolmasın da, yarası izinden soğuduğunda yeniden oraya, geldiğine dönebilsin..
bilemiyorum ki, belki de insan severken çok bencil ya da bencilliğinden çok sevgili.. bilemiyorum belki de sen o an anlamıştın, anlamıştın kış bittiğinde senin mevsimin vurduğunda pencereden, kahvenin tadını artık sevmediğini fark edeceğini, örülmüş berelerin kedilere yumak olmasından hiçbir üzüntü duymayacağını, battaniyeyi naftaline basarken çığlık çığlığa kaçışan kokuları umursmayacağını, bilemiyorum ki belki sen de iki kimsesizin birbirlerini bulmasının iyi olmadığını söyleyen o filmi izlemiş, ve o kapıdan girip kimsesizliğin yüzüne yeni vurulmuşken, yine de yine de denemek istemiş sonra beyaz bayrakların hayata çekileceğini anlamıştın.. belki de sen sadece, bütün gördüklerim avuçlarına indiğinde seni kucaklayacak güçlü kucak olamayacağımı anladın.. bilemedin çok sevdin, çok çok anladın..

12 Aralık 2013 Perşembe

burası acımasız soğuk ve kar, şefkati esirgedi kıştan..

sen beni kışa bıraktın, üzülmedim.  "kuşlarla gitme" demiştin, "atlatırız soğukları".. bana yalan söyledin, üzülmedim..
göçe hazırlanan kuşlarımı gözlerinden öptüm, tek tep öptüm..
omzun güzeldi bana, pişmeye yakın ekmek kokusu.. bir orman bulmuş , çadır kurmuştuk.. çok kare, yuvarladık kayalardan taşları..  sustun, üzülmedim.. kış sana çöker gibi oluyordu, göğsün daralıyor, bakışın kararıyordu, ben uzun yürüyüşlere çıkıp, çalı çırpı, bi gayret yakmaya kışı.. kaçmak yerine savaşmak için, bilmiyorum belki de genç değilimdir.. yanıltıyordur bir şeyler.. her sabah yorganın sen tarafından topladığım hüzün, silkelediğim umutsuzluklar.. sanki sen her sabah parça parça sökülüyordun benden, koluna bacağına sarılarak ben, "burada mısın, ah evet buradasın, şimdi ısınacaksın".. atlatıyordum soğuğu, ciğerlerimde kadife kırmızı perde..
bana dünyanın yalnızca döndüğü, çarpık açılarında biçimsizce oradan buradan vurduğu özürlerden söz ediyordun..biliyordum, dünya bu denli koktuğu için omzunda yer alıyordum.. anlamıyordun; neşe, sözcükler, can konmuş sesler.. altımızda ortak yeryüzünü çekip çekip, boşlukta uçuşan yaz fotoğrafları.. tehlikeli, çok tehlikeli sesler sürdün ormana.. sana dehlizlerimin kuyuya döndüğü zamanlardan söz etmiştim.. dehlizim yoktu, ışıltılı giz anılar saklayamıyordum artık, kaybetmiştim..  kuyu bir yaşamın ne kadarında dolardı, bilmiyordun.. taşanları içip içip durduğumu ama yuttuğumu, mide bulantımı unutmak için, için için dağa, taşa, toprağa karıştığımı.. ah sen beni pul pul dökülüyorken, kanat kanat kırılıyorken görüp anlamıyordun.. üzülmedim..
çok sevmek değildi, bilmem neydi ama sıcak havalara denk gelmesi, ne bileyim belki bir yastık kokusu, hani çok deniz bile yoktu içinde.. birlikte midye bile toplamamış, sedef kolyeler takmamıştık. Ay görmüştü bizi, ona bakmıştık.. seni bir yerden, birilerinden emanet almış gibi.. "bak bunlar yollar, bak sen arada bir var bir yok"..  kayan yıldızlara ucu ucuna yetişerek.. inan yaz, bu kıştan daha güzel değildi.. senin geldiğin yolda ayak izlerin taze, taptaze önümde seriliyken..evden çağırıldın, geldiğin .. iyi değillendiğin, seni sana kurdukları yuvadan çağırdılar, gittin.. söyleyebilmeliydin, önemliydi, değildi.. nereye gittiğini söyleyebilmeliydin.. çünkü sormazdım, çünkü bilirdim..  hala yolda durup, çadırda uyuyor, bulduğun her aralıkta dağılıyorsun..
sen beni kışa bıraktın,üzülme.. ben seni gözlerinden öptüm, tek tek öptüm.. ayrılık deniyor buna..

28 Eylül 2013 Cumartesi

İşlemez terzihanesi



Sonra o adamlar gittiler, kadınlar.. kadınlar ki güzel yittiler..  ben sevmiştim kimilerini, birilerinden öğrendiğim gibi toplu iğne çıraklık günlerimden.. Söyleselerdi tutturmanın mümkünlüğünü iliğinden ipin.. kesip biçmekte kalmış yanın dikmeye gösterdiği özenin, küstahlığından da söz edebilirdik.. yamanmadan, yamamanın ne gizler barındırdığından, gizli fermuarların örtbas etmeye acısından, söz edebilirdik..

şimdi bak fotoğraflarda o kadın bir cansız manken, gazete küpürleri, kitap sayfaları ile örtüyoruz enlem boylamını.. bak o ifadesini öyle çizdirmiş, değiştirmiyor.. sorsan, söylemez.. yıl yıl, yer yer baksan onda kapanmayan bir yer, çıplak gözle görünmez bir yer.. ölçülerinden ürkek bu yüzden.. kapanmayan yer nerede, sorsan onu da söylemez, sorsan o da bilemez renkler hangi dilden.. ama konuşur cansız manken, ama güzel konuşur tane tane, çürüyen inci dişlerinde ezerek sessizlikleri, ne kadar dökülürse içi, o denli.. sorsan söylemez, yine söylemez.. neden? söylesen diker..bir fötr şapka bayım sizin acemi burjuva düşünceleriniz için ideal, ama güzel bayan bu fular gırtlağınızın haset hırıltılarını örtmeye birebir.. sizin için dikebilirim.. sizin için sesimi kesebilir, umutlarımı biçebilirim..  baksan seni bilir.. işte bayım göbek hizanızdan bir karış aşağıya küçük bir yama ile ucuza kapatabiliriz özel gecelerinizi, ay ay sevgili bayan ince bileklerinizi sarkıttığınız kuyunuz için bu işlemeli mendil, kurutabilir yüreğinizi, vazgeçin , ama hanım siz gerdanınızdaki yarayı kapatmaya değil de cesur bir dekolte ile ışıldatmaya gelmişsiniz belli, ama sen adam incelikli halin elini karnıma daldırana kadar, önceliğimiz leke tutmaz kumaş.. bulup buluştururum, dikerim.. bir zamanlar vardı, orada dolapta.. sorsanız o dolap nerede, söylemez.. o dolapta mutlaka vardır, biri kumaşları getirip unutmuştur, gezmiştir çarşı pazar kenarda dursun olmuştur, o ipleri eğirmiştir geceden geceye.. mendili işlemiş, gerekirse gerdanını sökmeye hazır beklemiştir.. baksınlar da söylesinler, o bilsin, istemiştir.. hepimizin yerine giyinip, gözleriyle gezinmiştir..

Sonra o adamlar giderken, selam söylediler.. kimi kondurdularsa o cansız bedene, işte kimse onlar- benim sevdiklerim işte- selam söyleyip gittiler.. kadınlar, kadınlar ki zariftirler, yasemin, hanımeli, nilüfer kokladığımca yittiler..

sorulmaz ayıp, bedenin kaç?  göz kanarı, el yanığı ölçülerle tutuşturulmuş üç beş paçavra,sırtımız pek havalarında gezindik.. eteklerine gonca güller diktim, budamaya kıyıldı içim.. bir kaç gömleğe ay nakışı işleyecekken, parıltılarından yoruldum.. terzinin dikemediği sökük içim.

sorsalar, söylemezdim..


10 Eylül 2013 Salı


dur!
dünya midemde dönüyor, bulantıdır yaşıyorum.
dur, sokağa çıkma!
başına bir gaz fişeği isabet ediyor, beni kan tutuyor..
biz dağlardan soluklar topladık da dağıtmaya geldik.
dur nefes alma, hayır soluduğun oksijen değil..
kır bacaklarımı, sen yap..
coplarıyla geliyor işte, yüceltilmiş adam..

biz zifir siyah gecelerde yıldızlarla huzur uyuduk seninle,
lacivert beni korkutuyor artık, bir yıldız parlıyor yakasında.
görüntüler karışıyor, kalabalıklaşan insanlar bulanıklaşıyor..
gözüme kan sıçradı, üstümüzden geçen neydi?
temiz toplum derken, insanları mı sürüklemekti sokaklardan..

koşma ateş ediyor,
yaşamın delgeçliğinden sohbet ettik günlerce,
plastik mermi bizimle aynı dili konuşmuyor.

yeter mi tek göz bakacağım bakacağım hayata,
oy pusulasına yalnız bir açı.
ben o gözle daha bahara ağlayacaktım.
yetmez mi -ama- evet, hayır?

dur!
işte o ses yine uğulduyor,
ağzı kan kokuyor, kulaklarımı tıkasam, hücrelerime sızıyor..
köpürüyor, köpürüyor salyaları aklıma yapışıyor.
biz doğacak çocuklara masallar, şarkılar yazmayacak mıydık daha.

analar ağlamasın diyor, diyor,
duyma sen, diyor..
rahim olan kuruyor, sütler kesiliyor..
bakma, o yaş ağaçlar eğilmeden kökünden sökülüyor..
sen bakma,
analar kan kusuyor..

Dünya cinnet getirmiyorsa, biz nerede yaşıyoruz?



hangi katında oturup da tüküreyim?
dünya çürüyor, bu çok eski laf.. bak sokaklarda çocuklar vuruluyor, vuruluyor vuruluyor bitmiyor,
gerilerde makineleşmiş rahimler yerine yenilerini hazırlıyor.. bu sana vursun diye, bu bana vurulsun diye.. bu sana bu bana..

aklım kaçtı geri gelmiyor.. durmadan dönüyor dünya panoramik görüntülerinde her yan vahşet manzarası.. sen işe git ve kaçmış çorabına gül bir kimsenin, arabasını kıskan, canıma değsin onunki 2000 motor dizel.. onun saçı seninkinden gür, otur ağla..
yoo önemli değil hiç önemli değil, saçlarından yakılmaya başlamış bir kadının varlığı yokluğu.. aforizmalar sıç.. bulaştır, yüzüne gözüne, orana burana giden yol yap.. kız tavla, adam kafesle..
yok hiç bir önemi yok, kafeslerde uyutulup, parmak uçları parçalanarak çalışılan çocukların varlığı yokluğu.. hiç mi hiç önemli değil 8 yaşında bir bebeğin gerdek gecesi parçalanıp yitmesi.. bozma manikürünü kitaplar için..
pencerelerini kapa, tencere tava gürültüsü, portakal gazı esansı, chanel hayallerinin yerini tutmayacak.. sıkıca kapat perdeleri, sokakta haykırıyorlar, sabah işe giderken gözaltlarının mor olmasını istemeyiz ikimiz de.. yok hiç bir önemi yok, gözaltılarında eti kararıncaya dövülenlerin varlığı yokluğu..

sen git saklan bir dağın eteklerinde, varoluşunu sorgula, denize nazır.. dertlerin büyük; yaşıyorsun, üstelik yaşam destek ünitesine bağlı ve dumanla zihnini , daha çok dumanla.. var olduğunu unutmak için, şapşal, boş bir suratla sırıt dünyaya.. yoo hiç bir önemi yok özgürlüğe çırpınanların varlığı yokluğu..

7 Eylül 2013 Cumartesi

hey!






avcı, bana bak.. bak bu yan kum kaleleri, bak burada bir vadi, şuradan akıp giden bir nehir, onlar sıra dağlar, o bir uçurum, bu düzlük ova.. Avcı, ne yanımdan kimi avlayacaksan, bana bak.. sana yeryüyüzüm ben, rüzgarı içime derin çekmem bu yüzden.. soluklanıyorum sana..vuracaksan; bir kuş, sansar, tilki, yılan... ezeceksen; peygamber devesi, akrep, karınca... saklayacaksan kavanozlarında kelebek, yusufçuk... farkı yok avcı, kan döküldüğünde, can söküldüğünde .. toprağıma karışan koku, suyuma değecek ve soluyacağım sana..

Yapma!

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Geçmiş, mazi ediyor muydu sahi 1

"kimse,
hiç kimse" dedin bana..
birlikte denize tükürdük,içimizde bir okyanus vardı. bizi ayıpladılar yine de.. erik yapraklarıyla kapatamadığımız hırsızlıklarımız vardı, oysa yere bıraktığımız her çekirdek, izin verseler şimdi bir ağaçtı.
"derin,
su derin" dedim sana,
gitme..
sen henüz dumanı tütüyorken sevdaların, kendini boğmak için acele ediyordun. ben kıyıda bir makinanın ardına gizlemiştim yüzümü,güneş altında uzun süre güzel kalamayacağımı biliyordum. sen su yutmuş döndün ve omzunda kaleden bir mühür taşıyordun. dehliz olan her yerde talan ilan ediliyordu, elbette herkesten gizledik bunu. oysa gitseler oracıkta unutup bizi, korkacak bir şeylerimiz olacaktı.
zaaflar ve zarflar,
siz dediler,
ne yazıyordunuz?
dalga hışırtıları uzun yürüşlerde sırlarımızı örtbas ediyordu, sonra rüzgar görmezden gelerek bizi gecenin içinde ıslık çalarak yanaklarımızdan geçiyordu. onu göremediğimizden eşit sayıyorduk kendimizi. soluklarımıza mürekkep çalıyorduk ve hala uyanıksa bir kaç yıldız, hafif silkeleyerek sözlere anlam katıyorduk. yakalandık.. karada, denizde, su altında hep bir kuşatma halinde yarattıklarımızla.
her sabah bir erik ağacının altında yeniden başlıyorduk konuşmaya ve biz karada bile denizden çıkmış sayılmıyorduk. ölüydük anımsıyor musun? ölüydük ve dünya bize yaşıyordu..
ben uyudum..
"kimse,
hiç kimse" dedin bana..
o gece rüyamda ikisini gördüm..
hiç ve kimse..
suçumuz çoktu, artık yaşıyoruz..


**
 kumlar avuçlarımızda dağılıyordu, saat kaçtı her zaman biliyorduk. ve zaman bize bir şey kazandırmadı..
ikimizden biri, diğeri olmayı göze almadı. ayrıştığımız bu yerde işte şimdi sadece kendimizden söz edebiliriz, kabuklarımızı öperek.
ben kimse'm değildim bunun için haklı olarak bana hiç kimse dedin. hiç, yaşımdan büyüktü..
eksikler için çok fazla şey denedik; yeni bir kanepe, turuncu şeritler, transit yolculuğa açık şişeler, çatlak duvarlar için sıvalar, adamlar kadınlar, kuponlar.. denemeler çoğaldıkça eksilen şeylerin arttığını şiddetle görmezden gelerek.
orada kar yağmıştı ve rüzgar usulca dizlerine yatmıştı gecenin, uyukluyor gibi ve izin vererek bahçesinden gülleri toplamama.. sen o zaman bir eğrinin açılarında gömülü, bildiğini söylemiştin. kar yağıyordu ve sen biliyordun.
0 noktası neresiyse ben orada birilerinin bildirmesini bekliyordum.. sence ben ne kadar düz durabildim?
**


siz, sen.. kaç görüyorum ben bilmeden izledim uzun yıllar boyunca. pusuya yatmış bir vaşak inceliğinde yaptım bunu. kimse beni ürkütemezdi ve ben kimseyi incitemeyeceğimden pusuda kaldım. yalana gülüşümü bildiğinden, beni umutsuz koylara çekerken hiç düşünmedin. orada olabileceğimi düşünüyordun sen. bütün o buz biralar yanında, kalabalık çantamda yontulmuş gülüşlere her uzandığımda, bir sigara daha yakıyordun. çok içtiğini, içmeye başladığımda anladım. ben hep gülüyordum.
yaşama küfürbaz yüzünle ne zaman kızsan onlara, ne zaman eline geçse kanlı gömlekleri, hepsine ağladın.. 
ihaneti bir damga gibi bileklerine taşıdığında korktum senden ilk ve son kez sonrasında derin bir huzur duydum.. çünkü insandın ve bunu biliyordun. kanın vardı ve akıyordun.. beni yalnızca bu şekilde doğrulayabilirdin. sen gerçektin ve ben susabilirdim artık..


15 Temmuz 2013 Pazartesi



yoruldum, mavi.. hala tanımaya çalışıyorum bizi.. hala anlamaya çalışıyorum, insan...
ah o küçük hesaplar arasında sıyrılsak da yanaşsam. çevirip avuç içlerine baksam.. kaç kuş sevmiş saysam.. kaçı kırlangıç bilsem, anlasam.. naiflik mi diyorsun buna, narin mi diyorsun? güzel söz mü sanıyorsun, sadece "insan" yetmiyor mu? olduğumuz, yalnızca insan etmiyor mu da?
o kadar uzun ki yol, dağlara takılıyorum, varamıyorum sana.. takılıyorum dağlara ve devriliyorum.. ah insan, vah ben..nasıl uzlaşıp, nerede buluşacağız da, sıyrılıp afili bakışlardan, salt diyeceğiz.. işte o sade "insan" ..
böyle bölük, öbek öbek bir derlensek diyemeden, göremeden..
yoruldum mavi, sorup duruyorum "ne oldu da, nasıl geldi de, nereye gitti de" .. nerede ayrıştı toprak kokusu gerdanımızdan? kim çaldı, yürek denen kafesi kuşlarıyla? bu muyduk, bu kadar mıydı "olmak"?
canımızda kan var diye, akıtmayı ilk kim akıl etti?

sen de yorgun musun mavi, bakıp duruyor musun duvarında çipil gözlerinle.. sen de yumuyor musun sık sık ve dişlerini damağınla bir mi biliyorsun çığlıkların sussun diye? göğe mi karışıyorsun, denize mi? sığamıyorum, bakıyorum insan..
yoruldum, ne çok yalan.. ne karışık hesap ki söz, gerçeği tutmuyor.. bir bakış etmiyor onca göz.. ucuz mu hayat, canımızla katıldığımız.. savaş demeye dilim varmıyor, yaşamak mücadele.. ama bu kadar mı çirkin, bu kadar mı çıkar kokusu da dalında zeytini bastırır oldu..

beni al da yanına anlat,anlat.. yıllarcasını, milyonlarcasını.. bana bir umut, katık et.. heybem ağır, heybem boş.. dur ki yanımda, çiçeklere eğilmesin bir kulaklarım, gözlerim bir göğü seyirlik sanmasın.. anlat ki, insan.. seveyim..

23 Mayıs 2013 Perşembe

incelikler yüzünden*



aynı dili konuşup aynı duyabiliyorken
 olanlar ne tuhaf,
nasıl da acıklı, büyük bir rezalet..
iğdiş edilmiş duygular beşiğinde sırt sırta hançer izlerini gizlemeden, elde çevrilen ustura ayan beyan yoklanıyorken.
"Dikkat et" diyoruz
sen bana, ben sana

ne tuhaf..





resim: tumblr.com

10 Mayıs 2013 Cuma

ama arıyor muyduk?


duvarları severim.. eğer yeterince durup bakabilirsem, her şey orada.. muazzam bir biçimde açıklıktan muaf tutmak adına dizilmiş tuğlalar ve kireç sıva içinde sırlarımız gizli.. yeterince durabilirsek herkesi görebiliriz.. insanımı sevemeyebilirim ama duvarlar harikulade.. sizi mi dışarıdan, dışarıyı mı sizden koruduğu bir muamma.. haşmetiyle duruvermekte, orada.. onlardan bahsederken yön bilgileri yetersiz.. o duran bir şey.. durağan değil yine de.. bir yerde, bir şekilde..

yine uzun seyirlerin birinden bir bulmuşlukla dönmüştüm.. pencereler.. her duvarın bir pencere umudu taşıdığı fikrine kapılarak, sorular sormaya başladım.. neden? dışarıyı, yine de bir "dışarı"nın olduğunu bilmek iyi gelebilir mi bize, oysa oradan saklanmıyor ya da oradan saklamıyor muyuz? peki ya pencereler, hava girsin diye mi? duvarlar da nefes alabilir.. pencere.. gözetleme kuleleri midir? bu denli tehlikeli ya da tehlikede miyiz? ama duvarlar sonsuz değil, yıkılmaz değil, Çin seddi dahil hepsinin onarıma ihtiyacı var.. malzeme yetersizliğinden mi gözümü açan, gözümüzle açılan delikler.. sandığımız kadar korkak değiliz.. insanlık gururumuza bunu yediremeyiz..(!)
peki pencereler neden?

duvar konuşmuştu, doktor henüz bir hastalığım olmadığını söylediğine göre, ben deli değildim ve duvar konuşmuştu.. dilsizlerin de tanık,sanık olabilmesi yasalarca uygundur..
bir insanın sesini duymadığınız zamanlarda da, içinizde ondan doğru soruları yanıtlamaya başladığınızda bu bir sohbettir..bu kişi bir yerlerde kanlı canlı yaşıyorsa, bunun da bir sorun olmadığını bizzat prof. dr. söyledi..(daha az modern yaşayışlarda bu oluşun özel bir iletişim biçimi olduğu da söylenir, biz modernler bu duruma da bir ad vermekteyiz) duvar gözümün önündeydi, kanını harcı canını taşları sayarsak bir insandan farkı yoktu..üstelik insanlığın duvarlarla, sınırlarla biçimlendiği ve anıldığı bu çağda, bunun bir sorun teşkil edeceğini düşünmüyorum.. ayrıca düşüncenin ilk adımını atıyordu, soru sordurarak..
her şeyi bildiğini düşünenlerin, elbette duvarlarla işi olmaz.. onların "duvar"ları çelik kasa, yani nefes almıyor.. oksijen yetmezliğinin beyne verdiği hasar hepimizin kulağına çalınmış olsa gerek..

sordum, kuma konuşmayı kim öğretmişti? taşlar hangi dönemden gelmekteler? un ufak olan parçalar bütünün belleğini nasıl muhafaza eder? her şey bir midir? bu birbirinden bağımsız malzemeler aynı dili nasıl konuşabilirler? hepimiz duvar örüyorsak, bu ortak dilin kendisi olmalı..
duvarları örerken neyi harç ederiz? nereden alır da set çekeriz? bir insanın duvarında yeterince bir süre durup baktığımızda onda olan neyi göremeyiz ki? yüzümüz duvara dönük, ayakta durmamızı söyleyen öğretmenler gerçekten gaddar olmayabilir mi? neleri buluruz o esnada, orada?
soruları ben soruyordum ama o yanıtları vermiyordu.. işte bilgelik örneği.. daha yetecek kadar bakmamıştım ona.. daha fazla soru da soramazdım..
kendi duvarıma dönüp, pencereye baktım..kısa bir süre önce açılmış olan pencere toz bulutlarıyla neredeyse duvarla eş değer kapanmaktaydı yeniden.. ne değişmişti, ne olmuştu? açtığım pencere kendini örmeye neyin istikrarıyla başlamıştı..
değişen,kaybetmiştim..
ben kaybettim ve pencere örmeye başladı.. bu kadar.. pencere imdat çığlığıydı.. duvarı ben ördüm, benden ördüm.. malzemeleri toplarken iyi bir şey olacağını hissediyordum, sağlam.. oldu da, nefes aldı, konuştu, sevdirdi kendini.. ama sorular çoğaldı, çoğaldıkça aldığımız nefes az geldi, sorular vardı ama yanıtları aramaya nereden başlamak gerek bilmiyordum.. pencere açtım.. duvarı ören sizseniz legolarını kutusuna geri koyan çocuk sıradanlığıyla yıkamazsınız, üstelik neden kurmuş olduğunuzun yanıtını veremiyorken, asla.. pencere açtım, imdaaaat! sorun yok, sorun yok imdaaaaaat! sonra sesi kaybettim, komşular duymasın gibi bir şeydi.. uslu durdum..sesiniz çıkmadığında komşular duvarınızı tıklatmaz, geçerken başını bile çevirip bakmaz, polisi aramaz.. ölmüş olsanız kötü kokular yayılana kadar(çünkü duvarlar nefes aldıkları gibi nefes de verirler)  kimse sessizlikten endişe duymaz.. sizin ölü bedeniniz ile yatakları arasındaki bir duvar sayesinde, tatlı rüyalarla uyurlar..  ama çığlığı basarsanız, o zaman komşular panikler, olay var ihbarı orantısız güç kullanımı üzerinde özel eğitime tabi polisleri size getirir.. medeniyet kuralları gereği, duvarları yıkmaz, kapıyı kırar ya da "polis! kapıyı açın" anonsu yaparlar.. sizi alıp götürebilirler, hastaneye, morga, nezarethaneye.. o zaman komşular duvarı izlemeye başlar.. sizinle arasında olan o incecik yapının kendilerini neyden koruduğunun güvenini, nelere geç kalınmış olduğunun vicdan azabını ya da duyumsayabildikleri ne kaldıysa, onu hisseder, sorular sorar ve konuşurlar.. deliler hastanelerde "akıl"lanmıyorsa bu beyinlerini uyuşturan ilaçlardan çok, duvarların konuşuyor olmasından.. üstelik o züppeler yanıtları da biliyorlar..
çığlıktan sonra sustum, pencereye dokunmadım ancak çekilip daha büyük bir duvarın arkasına geçtim,bakmaya başladım.. ve işte orada kaybettim.. ve orada bunları buldum..ve doktorum ne yazık ki hala delirmediğimi söylüyor, bunun için yanıtlar bende yok..

duvar bir paradoks.. harikuladeliği buradan gelmekte.. çözünebilir ama çözülebilir değil..

yeterince durup baktığınızda bulamayacağınız hiç bir şey yok..




Fotoğraf: Bilinmeyen kaynak


4 Mayıs 2013 Cumartesi

nasihat

benden ne olur biliyor musun,
ne olmaz
söylemediler mi,
söyledimdi..

şimdi buradan geçen yol,
dön çocuk
o yolda kuyu var, kuyu yoksa
yangın,o da yoksa
bir musibet koy, o orada
beklemekli

şimdi o doğum lekesi gibi duran,
ben daha doğmadan, tam orada duran
dönüp silmeye geldimdi
ne olur ne olmaz..

dedilerdi akça pakça,
bereli yalnızca
deselerdi deselerdi
yaşamaz bu yara...
ne olurdu, yaşadım
yaşardım da..

şimdi o yol,
çıkmaza vardığında,
kuyu yok, yangın yok, musibet yok diyeceksin ama
çıkmaza vardığında
dön(e)mezsin çocuk

sonra sana ne olur, senden ne olmaz
yaran* da yok..
yaşatmazlar seni, yaşatmadım da..

içle birliğe varış, barış değil.. savaşmadık biz..



dedim ki:
 bağışla beni..
suya bağışla,
dağıldı suret,
  içimde boğuldum..

nefsi bağışla,
öfkeye yayıldım
 ışığı kararttı gözler,
ürküttüm c-anı

ateşe bağışla,
  dengenin hüneri yitti
 korlaştım,
     is bulandım varlığa..

dedi ki:
 gelecekler yeniden,
  ışıltıları körleştirenler,
ve öğretecekler
  karanlıkta görmeyi

  ayrılacaksın yerinden,
  kölemen kapılanlar,
  akıntıları bildirecekler.
   öğrenecek ve döneceksin
   yerinde, yeniden..


bağışla beni,
senden bağış yapamam sana
derinden anlayacaksın
derinden yanacaksın

denge bilmek,
bulmak
tatmak
anlamak
bilmek yeniden,yerinden
yerin döngü,
  yerin yayılma..
ateş sadece yakan değil
su söndürmek için değil
tanı ve kabullen
döngü birlik


duru bağışla,
görü yitmez
döndüğün yerin
y-ol yeniden




Fotoğraf: Nvia

26 Nisan 2013 Cuma

bana b-öyle de bakın, anlamazsınız*


"doğru" sözcüklerle "güzel" öyküler yazılabilir.. aramalı, ceplerimi yoklamalı, yollara çıkmalı, daha çok ses bulmalı mıyım?
güzel öyküler çıkmıyor, dilim ben nereye devrilmişsem orada yatmış dinleniyor, anlıyor musunuz? doğru sözcükler sizin ceplerinizde gizli ise ve benden istiyor iseniz? soyulabilir misiniz, güzel öykülerinizden.. karşınızda dilenemiyorum, yan kesip avucuma dökemiyorum seslerinizi..

ama o bakış güzel, bozmayın onu.. "bana bak" derken eksik kalan ünlem tam da orada duruyor.. bunun dilin söylediğinin sağlaması için göze gitmekten öte bir anlamı olmalı.. sahi bir anlamı olmalı? konuşurken gözlerinizin havayı taramasının.. beden dili okuyamıyorum, çok mu acı çekiyorsunuz konuşurken, boğazınızda bir gülle mi taşıyorsunuz? yoksa, yoksa yalan mı söylüyorsunuz?
ama güzel öyküler anlatıyorsunuz. sahi, öyküler gerçeğe yakın anlatılar olarak da tanımlanabiliyor..

gerçek yakıcı bir üslup, anlıyorum.. anlıyorum çünkü doğru sözcükleri seçemiyorum heybelerden, çarpılabildiğim kolaylıkla çarpıtamıyorum.. bunun için gerçek, çirkin öyküler çıkarabiliyor yalnızca.. ben hep yanıyorum ve ipe girmek için köşede bekliyorum.. beklerken düşünüyorum,"çoğal" diyen sesi dinliyorum, sesi düşünüyorum.. doğru sözcükleri tam da o esnada kaçırıyorum.. "dağıl" diyor ses.. size bakıyorum, dağılalım desem, parçalanmamız gerektiğini mi düşüneceksiniz, eve gitme zamanını buyurduğumu mu ima edeceksiniz yoksa yayılabilecek miyiz ? yanlış sözcükler anlamlar taşıyor; çok anlam, eş anlam, doğurgan anlam.. niyetlerimizde şekilleniyor.. anlıyorum, daha çok sözcüğe yeriniz yok, karnınız tok..

oyununuza dahil olamıyorum, üzücü çok üzücü.. ama gerçek bu ve ben gerçekleri kabullenmek konusunda hiç zorluk çıkarmıyorum.. heybeme bakıyorum, yine yanlış bir sözcük y-ol diyor, yol diyor, ol diyor.. niyetimi anlıyorum..
size bu heybeden düşen elbette yolmak beni kökümden.. niyetinizi anlıyorum..



incire yasla,
varlığından derin kök salan, bağışlanamaz..
çıplağıyla direnen kışa,ateşin içinde harlanmaz..
yasla yüzünü ve reddet,
heybetinden muaf dalları olan,sevilemez..
kayacın içinden yaşama tutulan,dizginlenemez..


baharı çiçeklerden yormayı öğrettiler sana,
açmayan çiçekleri için yaslan incire, hafiflet yükünü
ki çiçek açmayanın doğurduğu yemiş,
şekeriyle doyurur kandırılmış kimseleri..
sütünün yakarlığını söylediler sana,
doymayacak dudakların için yaslan incire, devirmeye gayret
ki yakan sütün iyileştirdiği yara sende yok say, zulmet..











Resim: Yvonne Ayoub





30 Mart 2013 Cumartesi

.,.


bu yalan güzel, bir daha söyle..
bir daha..
bir daha..
ben kanarım, sen söyle..
daha kanırtılır bu yanım,
korkma, söyle..
gelincik dağılıyorum, zümrüt zemin üstüne..
öyle güzelim ki şimdi,
kana kana içiveririm..
yalazlanan eteklerinde dağların,
semaya dönen yüz benim..
kar beni, kar ..
yılanları sütünde besleyen benim..
pusu kur..
zaman boz renginde,
seçilmeyecek katlim yüzünde..
tuzaklarından geçerken gecenin
parıldayacak yıldızları seçen benim ..

o yalan güzel, bir daha söyle..
bir daha..
bir daha..
ben yanarım, sen söyle..
daha kusacak canı var o yanın,
korkma
kancık avlarında kana bulanmayan benim..
kan bana, kan
kan benim..









portrait marea escarlata

13 Mart 2013 Çarşamba

"çok"un yok olduğunu öğretmişti annem bana ilk




üzgünüm..

adınız?
hayır,size seslendirilen değil..

üzgünüm..

renginiz?
hayır, en sevdiğiniz değil

üzgünüm
üzgünüm, bilmiyor musunuz?
duyguların bilinirliği etkisini azaltmıyormuş, dener misiniz?
üzgünüm, ben mi de(y)neğim?
bana dönerek yüzünüzü,
adımı, rengimi sorsaydınız?
biliyor muydum,
siz de üzgün müydünüz?
çok düzgün şu çemberde,
elenmekten ufalmış, unutmayı seçerek..
seçerek sessizlikleri, leş olmayı, evet leş olmayı seçerek,
seçerek son durakta daha da son bir durağa bilet almayı,
varsaydığınızı, varınızı yoğunuzu koyarak ortaya
yokluğa tırmanmaya koyulduğunuzu..
üzgünüm, söylerdim,
söyledim bile.
üzgünüm..
sakınmasız bir yüzle tanışmamış mıydınız?
üzgünüm,
üzgünüm,
cesetlere çalışmıyoruz..
üzgünüm,
cennet yok, cehennem daracık sığdıramıyoruz, sığamıyoruz içine, size içlenemiyoruz.
üzgünüm..
tanrı ile alışveriş yapmıyoruz!





Resim: tumblr.com

21 Şubat 2013 Perşembe

gün ah keçisi taşlama hattı


burada hakikati yargılıyoruz bayanlar baylar! çekinmeden bir taş da siz atabilirsiniz.. biliriz ki en güzeli sizsiniz, en temizi sizin yaralarınız, en iyisini siz bilirsiniz, en narin sizin yerleriniz, hiç kimseyi kırmadan, incitmeden bu yerlere geldiniz.. hak yemek mi? elbette o sizin işiniz değil..
siz hiç kalbiniz çarpıyor kalsın diye ego kalpleri terk etmediniz.. anlıyoruz, tabi ki bir tokat da çakabilirsiniz.. siz de terk edilmiştiniz.. çünkü siz de tercih edilmediniz! bozup bozup harcayabilirsiniz bizi.. aklınızın karışıklığını giderebilir, berrak algınızın kabullenemeyişinin hıncını, gözlerinizden çıkan alevlerle bizi yakarak çıkarabilirsiniz..

adam sen de, demeyiz.. git bir yüzünü yıka, demeyiz.. siktir lan ordan, hiç diyemeyiz..
bunun için istediğiniz gibi sövebilir, tek tek nedenlerinizi sayabilir ve parça parça sökülen organlarımızı deşebilirsiniz..

bu oyun güzel, bu oyun cici.. aklamaya çıkalım kendimizi.. birinizin egosuna basılmış, berinizin mazisi biraz çetrefil, ahh ya diğeriniz, o, diğeriniz..
sorabilirsiniz, tabi ki hakkınız.. çünkü haksızlıklar karşısında ne denli duyarlı olduğunuz gitmiyor gözümüzün önünden.. bizden de sorabilirsiniz.. düzmek istediğiniz katı gerçeklikle dürebilirsiniz hesabımızı..
boy boy afişe edebilirsiniz o saf ve masum acılarınızı, çok güzel çıkmış kırılan kalbinizin tam boy fotoğrafı, alkış ve beğenilerimiz sizin için, iliştirmiş olduğunuz kevaşe imzamız inanın dert değil biz için..

tabi ki siz bizler üzerinden çukura gömülüyorken vebalı sayılmışlığınızın acısını da bizden çıkarabilirsiniz.. siz de haklısınız.. biz,3 köfte yiyemeyeceğimiz halde  bile bile 10 mangal yakabildik bir yerlerde..  ahh ,o kalplere karbonmonoksitle suikast düzenledik.. siz gördünüz, şahittiniz.. istenmediği, zorlanmadığımız halde, kırmamak, üzmemek adına tek saniye bile düşünmediğimiz için yaptık tüm bunları..  tabi  insanlık adına incinmişliğiniz kadar, incitebilirsiniz de bizi.. yüzünüzün alfabesinin art dillerini de okuyor olduğumuzu görmezden gelerek.. çünkü sesinizin yetişmeyeceği o yerde dalganıyor adınıza küfürler, çünkü aslında düpedüz bildiğiniz halde, o insanlara açmıştınız yumuşak içinizi.. çünkü size günah keçisi seçilen bizim hakikatimiz.. korkak alıştırdığınız dilinizden fazlasını okuyabilirim gözlerinizde..
sivrilen hep biz olabiliriz, önemli değil.. kapı arkasında konuşulanların alevi, gün ışığına çıkıldığında bizim yüzümüzde yalazlanıyor olabilir.. siz sessiz ve munis halinize devam ediniz, elbette her şey insanları kırmamak için.. elbette, insanlık dediğimiz muhteşem müessesemiz.. itina ile anlamaya devam ediniz ve tek söz etmeyiniz..
hakikati taşlıyoruz, bayanlar baylar.. siz de bir el atınız.. nefes alıyor hala..
bütün medeniyet tarihiniz, toplum algınız, erk dengeleriniz, dönemeçleriniz, insani duyargalarınız, bilinçlendirilmiş çaresizlikleriniz, hepsi hepsi ile bir taş da siz atın, ölelim..


18 Şubat 2013 Pazartesi

..


kırılırken ses çıkarmayan şeyler var..
çıt çıkmıyor..
parçalanıyor içimde..

ses
ses
çıkaramayız..

suyun kırılgan olmadığını söyleyebilir misin bana? Delip geçerken sabırla, azimle bütün o katılıkların içinden..
sızısını duyuyor musun?

"akıyor" diyorlar..

sızım sızım sız(l)ıyor

çatırdayan zaman mı, duvar mı
ses veriyor?

duydun da,




yar(l)ığımdan sağır mısın?





31 Ocak 2013 Perşembe

Bir Milyar Kadının Dans Etmesi Devrimdir!


kadınsan, kadınsam..
Dans et Dilemma.. yüklendiklerinle şekillenen omuzların için tut dünyanın iki yakasından ve sars, üzerinde durmaya ant içtiğin ayaklarından alarak kuvvetini..
sen sustukça bilemeyecek kimseler, sakladığın darbelerin izlerini temizleyemeyecek hiç bir el..
kadınımsın Dilemma, susma.. Yüksel..
annene savrulan tekmeler, komşunun sürüklenmiş bedeni, boynuna dayanmış falçata, suratına patlayan tokat, teşhire çıkarılmış bedenin için... hakkını aramaya çıktığı yolda işkencelerden geçmiş, sen parklarda koşarken koyunlarca bedeli kesilmiş çocuk gelinler, faili meçhul yavrularını arayan,sesi yükseliyor diye dili kesilen, saçı görünüyor diye yüzü yakılan,penceresiz odalarda çalışmak için yaşamaya bırakılan, fabrikalarda yanmaya terk edilmiş, namusuna kurban edilmiş, ırzıına geçilmiş kadınlar için kaldır ellerini ve dans et.. belki sen o kadınlardan olmayacaksın Dilemma, belki sen dünyanın toz pembe bir köşesinde başladın hayata, belki de o kadınları hiç tanımayacaksın.. ama biz bu dünyayı topuklarımızla aşarken sende orada ol ve dans et, sesini yükselt istiyoruz! yalnız bırakılmadığımızı bilmek, yalnız bırakmadığımızı göstermek için sokaklarda olacağız.
Sevginin güller, peluşlar, kolyeler, yüzükler, elbiseler, yemekler ile ölçülemeyeceğini göstermek için 14 Şubat günü sokakları kadınlarla arşınlayacağız.  daha büyük, daha da gerçek adımlar için, bir'liğimizin farkına varmak, sınırları aşıp bir olmak için dans ediyor olacağız..

dersen ki Dilemma, sen dans edersen inecek mi omuzlardaki yük, silinecek mi izler?
hayır, ama sen dans edersen Dünya yalnız kalmayacağımızı bilecek.. belki senin orada kaldırdığın bir parmak yüzlerce kadının umudu olacak..
Dans et Dilemma ve devam et.. anlamaya, anlatmaya, yaşamaya ve yaşatmaya..



30 Ocak 2013 Çarşamba

..


duvarla yüzleşiyorum.. sınırın berisinden bana seslenirken, sana neden kadınların yüksek düşüşler yaşadığını anlatabileceğimi sanıyorum.. anlayabilirsem, yani biraz daha kalırsam kendimle yüz yüze.. neden yüzüne bakamadığımı açıklayabilirim belki.. Paramparça bir Meryem suretisin sen şimdi, çizgilerinin yol haritasından kırgın bakışlarına yürüdüğümde, sana sözlenecek bir dilim yok.
duvarla bakışıyor, öfkemle yüzleşiyorum-gökdelenlerin hayat kurtardığını kim söyleyebilir ki- söz hakkını yitirmiş bir gedik önümde, "durul" diyorum,"durul".. duvar beni duyuyor, ben dinlemiyorum.. öfke boyumu aşıyor anlıyor musun?
bir kadın önümde büyüyor, tutup kolundan çocukluğuna gitmek çırpı kollarını sevmek ve kuzguni parlayan saçlarına gelincik tacı örerek ona bu dünyada ne kadar güzel durduğunu söyleyebilmek istiyorum. zamanlaması yanlış bir gedik var önümde, "dön" diyorum, "geri dön".. bu bir rüya değil, beklerken zaman hep şimdi, geçmiyor. seninle o eşiği atlayamayacağımı, tortulu geçmiş ve yarıklı bileklerle kayaçlara tırmanamayacağımı  biliyorum. Çatal dilimin çözüleceği, yoldan cayma ihtimalinin korkusundan duvarla yüz yüzeyiz.
seni hayata kandıracak bir kaynak bulunmaz sanıyorum, oysa insanlara kanmanın bedeli bir avuç şeker.. cebinden çaldıkları ile demek istiyorum sana, senden çaldıklarıyla..
edepsiz bir gedik açılıyor önümde susuyorum, susup duvara son adım, bir adım kala gölgemin beni ezip geçmesini bekliyorum.. sonra sonra geldiğim yoldan gideceğim..
aynı dilin içinde sen bir kadın ve candaşımsın.. kırıklanmış bakışlarımla seni paramparça parça parça tanıyor yani aslında seni göremiyorum..
özür dilerim..



8 Ocak 2013 Salı

acıdan mı söz etmiştin


bir kez doğrulttuğun tehdit parmağın, yüzümde sonsuz kere patlıyor..