23 Mayıs 2013 Perşembe

incelikler yüzünden*



aynı dili konuşup aynı duyabiliyorken
 olanlar ne tuhaf,
nasıl da acıklı, büyük bir rezalet..
iğdiş edilmiş duygular beşiğinde sırt sırta hançer izlerini gizlemeden, elde çevrilen ustura ayan beyan yoklanıyorken.
"Dikkat et" diyoruz
sen bana, ben sana

ne tuhaf..





resim: tumblr.com

10 Mayıs 2013 Cuma

ama arıyor muyduk?


duvarları severim.. eğer yeterince durup bakabilirsem, her şey orada.. muazzam bir biçimde açıklıktan muaf tutmak adına dizilmiş tuğlalar ve kireç sıva içinde sırlarımız gizli.. yeterince durabilirsek herkesi görebiliriz.. insanımı sevemeyebilirim ama duvarlar harikulade.. sizi mi dışarıdan, dışarıyı mı sizden koruduğu bir muamma.. haşmetiyle duruvermekte, orada.. onlardan bahsederken yön bilgileri yetersiz.. o duran bir şey.. durağan değil yine de.. bir yerde, bir şekilde..

yine uzun seyirlerin birinden bir bulmuşlukla dönmüştüm.. pencereler.. her duvarın bir pencere umudu taşıdığı fikrine kapılarak, sorular sormaya başladım.. neden? dışarıyı, yine de bir "dışarı"nın olduğunu bilmek iyi gelebilir mi bize, oysa oradan saklanmıyor ya da oradan saklamıyor muyuz? peki ya pencereler, hava girsin diye mi? duvarlar da nefes alabilir.. pencere.. gözetleme kuleleri midir? bu denli tehlikeli ya da tehlikede miyiz? ama duvarlar sonsuz değil, yıkılmaz değil, Çin seddi dahil hepsinin onarıma ihtiyacı var.. malzeme yetersizliğinden mi gözümü açan, gözümüzle açılan delikler.. sandığımız kadar korkak değiliz.. insanlık gururumuza bunu yediremeyiz..(!)
peki pencereler neden?

duvar konuşmuştu, doktor henüz bir hastalığım olmadığını söylediğine göre, ben deli değildim ve duvar konuşmuştu.. dilsizlerin de tanık,sanık olabilmesi yasalarca uygundur..
bir insanın sesini duymadığınız zamanlarda da, içinizde ondan doğru soruları yanıtlamaya başladığınızda bu bir sohbettir..bu kişi bir yerlerde kanlı canlı yaşıyorsa, bunun da bir sorun olmadığını bizzat prof. dr. söyledi..(daha az modern yaşayışlarda bu oluşun özel bir iletişim biçimi olduğu da söylenir, biz modernler bu duruma da bir ad vermekteyiz) duvar gözümün önündeydi, kanını harcı canını taşları sayarsak bir insandan farkı yoktu..üstelik insanlığın duvarlarla, sınırlarla biçimlendiği ve anıldığı bu çağda, bunun bir sorun teşkil edeceğini düşünmüyorum.. ayrıca düşüncenin ilk adımını atıyordu, soru sordurarak..
her şeyi bildiğini düşünenlerin, elbette duvarlarla işi olmaz.. onların "duvar"ları çelik kasa, yani nefes almıyor.. oksijen yetmezliğinin beyne verdiği hasar hepimizin kulağına çalınmış olsa gerek..

sordum, kuma konuşmayı kim öğretmişti? taşlar hangi dönemden gelmekteler? un ufak olan parçalar bütünün belleğini nasıl muhafaza eder? her şey bir midir? bu birbirinden bağımsız malzemeler aynı dili nasıl konuşabilirler? hepimiz duvar örüyorsak, bu ortak dilin kendisi olmalı..
duvarları örerken neyi harç ederiz? nereden alır da set çekeriz? bir insanın duvarında yeterince bir süre durup baktığımızda onda olan neyi göremeyiz ki? yüzümüz duvara dönük, ayakta durmamızı söyleyen öğretmenler gerçekten gaddar olmayabilir mi? neleri buluruz o esnada, orada?
soruları ben soruyordum ama o yanıtları vermiyordu.. işte bilgelik örneği.. daha yetecek kadar bakmamıştım ona.. daha fazla soru da soramazdım..
kendi duvarıma dönüp, pencereye baktım..kısa bir süre önce açılmış olan pencere toz bulutlarıyla neredeyse duvarla eş değer kapanmaktaydı yeniden.. ne değişmişti, ne olmuştu? açtığım pencere kendini örmeye neyin istikrarıyla başlamıştı..
değişen,kaybetmiştim..
ben kaybettim ve pencere örmeye başladı.. bu kadar.. pencere imdat çığlığıydı.. duvarı ben ördüm, benden ördüm.. malzemeleri toplarken iyi bir şey olacağını hissediyordum, sağlam.. oldu da, nefes aldı, konuştu, sevdirdi kendini.. ama sorular çoğaldı, çoğaldıkça aldığımız nefes az geldi, sorular vardı ama yanıtları aramaya nereden başlamak gerek bilmiyordum.. pencere açtım.. duvarı ören sizseniz legolarını kutusuna geri koyan çocuk sıradanlığıyla yıkamazsınız, üstelik neden kurmuş olduğunuzun yanıtını veremiyorken, asla.. pencere açtım, imdaaaat! sorun yok, sorun yok imdaaaaaat! sonra sesi kaybettim, komşular duymasın gibi bir şeydi.. uslu durdum..sesiniz çıkmadığında komşular duvarınızı tıklatmaz, geçerken başını bile çevirip bakmaz, polisi aramaz.. ölmüş olsanız kötü kokular yayılana kadar(çünkü duvarlar nefes aldıkları gibi nefes de verirler)  kimse sessizlikten endişe duymaz.. sizin ölü bedeniniz ile yatakları arasındaki bir duvar sayesinde, tatlı rüyalarla uyurlar..  ama çığlığı basarsanız, o zaman komşular panikler, olay var ihbarı orantısız güç kullanımı üzerinde özel eğitime tabi polisleri size getirir.. medeniyet kuralları gereği, duvarları yıkmaz, kapıyı kırar ya da "polis! kapıyı açın" anonsu yaparlar.. sizi alıp götürebilirler, hastaneye, morga, nezarethaneye.. o zaman komşular duvarı izlemeye başlar.. sizinle arasında olan o incecik yapının kendilerini neyden koruduğunun güvenini, nelere geç kalınmış olduğunun vicdan azabını ya da duyumsayabildikleri ne kaldıysa, onu hisseder, sorular sorar ve konuşurlar.. deliler hastanelerde "akıl"lanmıyorsa bu beyinlerini uyuşturan ilaçlardan çok, duvarların konuşuyor olmasından.. üstelik o züppeler yanıtları da biliyorlar..
çığlıktan sonra sustum, pencereye dokunmadım ancak çekilip daha büyük bir duvarın arkasına geçtim,bakmaya başladım.. ve işte orada kaybettim.. ve orada bunları buldum..ve doktorum ne yazık ki hala delirmediğimi söylüyor, bunun için yanıtlar bende yok..

duvar bir paradoks.. harikuladeliği buradan gelmekte.. çözünebilir ama çözülebilir değil..

yeterince durup baktığınızda bulamayacağınız hiç bir şey yok..




Fotoğraf: Bilinmeyen kaynak


4 Mayıs 2013 Cumartesi

nasihat

benden ne olur biliyor musun,
ne olmaz
söylemediler mi,
söyledimdi..

şimdi buradan geçen yol,
dön çocuk
o yolda kuyu var, kuyu yoksa
yangın,o da yoksa
bir musibet koy, o orada
beklemekli

şimdi o doğum lekesi gibi duran,
ben daha doğmadan, tam orada duran
dönüp silmeye geldimdi
ne olur ne olmaz..

dedilerdi akça pakça,
bereli yalnızca
deselerdi deselerdi
yaşamaz bu yara...
ne olurdu, yaşadım
yaşardım da..

şimdi o yol,
çıkmaza vardığında,
kuyu yok, yangın yok, musibet yok diyeceksin ama
çıkmaza vardığında
dön(e)mezsin çocuk

sonra sana ne olur, senden ne olmaz
yaran* da yok..
yaşatmazlar seni, yaşatmadım da..

içle birliğe varış, barış değil.. savaşmadık biz..



dedim ki:
 bağışla beni..
suya bağışla,
dağıldı suret,
  içimde boğuldum..

nefsi bağışla,
öfkeye yayıldım
 ışığı kararttı gözler,
ürküttüm c-anı

ateşe bağışla,
  dengenin hüneri yitti
 korlaştım,
     is bulandım varlığa..

dedi ki:
 gelecekler yeniden,
  ışıltıları körleştirenler,
ve öğretecekler
  karanlıkta görmeyi

  ayrılacaksın yerinden,
  kölemen kapılanlar,
  akıntıları bildirecekler.
   öğrenecek ve döneceksin
   yerinde, yeniden..


bağışla beni,
senden bağış yapamam sana
derinden anlayacaksın
derinden yanacaksın

denge bilmek,
bulmak
tatmak
anlamak
bilmek yeniden,yerinden
yerin döngü,
  yerin yayılma..
ateş sadece yakan değil
su söndürmek için değil
tanı ve kabullen
döngü birlik


duru bağışla,
görü yitmez
döndüğün yerin
y-ol yeniden




Fotoğraf: Nvia