4 Şubat 2015 Çarşamba


acımı al, onu burada doğurdum.. köklerim yoklandı biliyorsun. uzaklara yaşatamam,uzanamam. bu kadar olsun, her şey bu kadarcık..bak o küçük noktacıktan kaybettiğim özüm..taşıyamam, kollarımda yaz ölgünü kırlangıçlar.. korkunç, korkunç biliyorsun..

içimi al, onu sana doğurdum..

8 Kasım 2014 Cumartesi


kuyuya dön, şarkı bitti..

yumuşak karınlar akşam yemeğinin konusuydu. senin içini açan bendim.ben kurtların evcilleşebileceğine inandım.. özür dilerim.. masalları dikmemeli, anlatılanları dinlemeliydim, üzgünüm ben insanın ötesinde bir varlık fikrine küçük yaşta kapıldım. seni inandırmak, inanmaktan büyük yanılgımdı. ben inceliklerin sarmaşmalarından yanaydım..
"ağaçlar gibi düşün" derdim sana "ve köklerine bak.. buluşmayı bil, birliği." sen birbirine bağlanmış gövdeleri, bedenler saydığında seni durdurmalıydım. birlik yoktu.. hepsi benim uydurmamdı.

kuyuya dön, kanıyorsun..

hayatlar kurulur ve yıkılır, anlamı ararken hem saf hem de hoyrattım. biliyorsun ben kendimi sana bölerken, yaşatabilme umudu taşıdım.. ben onlara inanmalı, genel geçerlilikler üzerinden zihnimi kurup, gündem maddelerince değiştirebilmeli ve sorular sormamalıydım. geçmişten alamadığım derslerden böldüm seni.. acının bölünemeyeceğini düşündüm.. çocukluğum  bende kalır, sen dünyanın dili içinde, yazdığım bir öyküymüşçesine devam edebilirdin. ben sana yaraları bulaştırmayı hiç istemedim.. ben gittikçe sivrileşecek, sen biraz daha iyileşecektin.. ben "iyi" yi bu dünyadan öğrendiğimi unuttum.. karıştın.. biliyordum ki insan olmayı başaramaz, biliyordum çok fazla görüntü var, arzular, beklenen ve bekletilenler, yıkımlar ve kurulma aşamaları.. hepsi çirkindi ve "çirkin" bir insan sözcüğüydü.. ben sana "sade" dedim. sana bir ad vermenin seni hüküm altında tutmak olduğunu, seni yine de benden başka bir şey yapamayacağını yok sayarak..
seni o kuyuya attım, sen orada dehlizler yarattın ve ben hayatta kaldım.. bulanık saatlerde saklambaç oynadık, ben karanlığa korkumdan senin odalarını kuramadım.. ben dışarıda vahşi köpekleri andıran bir edayla yaşadım ve sanıyordum ki sen, nehir usulluğunda bir taş ustasıydın.. gittikçe çirkinleşti, gittikçe acımasızlaştım. sana gücüm kalmayınca, seni oradan geri aldım.. ben dünyaya karışmalı ama sana dokunmamalıydım..  yeryüzünde buluşmalar olabileceğine, içlerin birleşebileceğine, sevginin öğrenimiş eylemler dizisi içinde... hepsini geç, ben bir insanın başka bir insanın içine akabileceğine inandım.  varlığının şizofreni sayıldığı dünyada ben seninle birlik, insan sevmeye davrandım.. seni sakındığım her şeye, herkese teslim ettim.. yaralandın, seni ben yaraladım.. bölünebildiğine inandığım herkese seni dağıttım.. seni en son ona, sadece benim kurmaktan vazgeçtiğim bir cümleyi kurabildiği için, ona bıraktım.. seni anlattım ve ben özür dilerim, senin canını kanırtan cümleleri ben yazdım. ben insanın yaralarından söz etmesinin doğruluğunu var saydım. insanı yarasından vurduklarını, çünkü aslında hiçbir şeyin önemli olmadığını, zamanın gelip geçtiğini, insanın yiyip, içen, sevişen, sıçan, koşan, kovalayan, amaç edinen, anlamsız çıkaran, avlanmak için avı rolüne bürünen, bahaneler üreten, yok saydıklarına tapınan... ben insanın aklanma ve haklama projesi olduğunu bir an için unuttum..  ve sen, benim yumuşak karnım kuyuya geri dön.. orada kendi şarkılarına dön.. kuyuya ses edersem, duyurma bana..

ben şimdi kendini yiyen bir bedenim, kaygılarım var ve göz ardı edebileceğim insanlar.. varlık yok, inanç yok.. herkes kendi cehennemine bekçi.. ben yalnızca insanım..

21 Eylül 2014 Pazar



seni öpmeye geldim duvar..

şimdi ben yüzümden inşa edilen sarayın içinde, ne koydularsa bulsunlar diye durmaktayım sadece.. soytarılara gülümsüyor, hazineleri yakıp yakıştırıyorum.. şimdi ben gece yarılarına derin kahkahalar biriktiriyorum..  yıldızları istiyorum," indir onları göklerden yere" ..  ve izliyorum merdiven arayışları, yol buluşları, heyecanları.. gülümseyeceğim diye bir an.. tırmandıkları yolun ilk adımı tebessümmüş öyle diyorlar..
nesneler dünyasına hoşgelmişlikler.. buyrun bu benim yüzüm paylaşın aranızda.. yerçekiminden hepimiz paylanıyoruz, -sen hariç duvar -onun için onlar yüzümden aşağıya kayacaklar..  çekiyor onları girdap aşağıya daha aşağıya iç kıtanın son noktasına, tadımlamaya çekiliyorlar..

et çürür diyorum, parmaklarıyla göğsümde oyunlar oynuyorlar.. et çürür, kalbe uzanıyorlar.. et çürür, kalp çürür..

dur onlara duvar..

örtüştüremedikleri var akıllarınca.. nasıl oluyor da yumuşak ten hatlara karşılık ben iyi bilenmiş bir usturanın keskinliğince yaşıyorum aklı.. yuvarlan diyen bir peygamberi hatırlıyorum, ona sorsam belki tanrıydı.. yuvarlan diyordu bana, kendi büyük dininin hükümlerince, sivrilmek yasak ancak dini hükümlerince hareket edilmediğinde, her din gibi zorlama olmadan hayatımı cehenneme çevirmekten bahsediyordu.. ateşi tatmayı sevmişimdir, yer yer seni alevlere de sarıyorsam işte bundan..
yık kendini, aş kendini diyorlar.. onlar beni seviyorlar.. seni sevmiyorlar..  iki sayıyorlar..

ağlama duvar..

seni bir gün yıkıp, üstünde beş taş oynayacak olan yalnızca benim.. seni etimden geçip canımla kurdum.. ben ne gördüysem, nereden geçtiysem, kime bulandıysam, hangi rüzgarları tattıysam, neden kayalardan atladıysam, reddime niçin vardıysam.. hepiciğimle, sek olarak yıkılacağım..
anlatamam, surların dilinden anlamıyorlar.. duvarlarından utanç içinde, yok sayıyorlar.. onların duvarları ile konuşuyorum, sanıyorlar ki onlardan söz ettim, büyüleniyorlar.. sanıyorlar ki fersah fersah içleri var ve görüyorum.. sanıyorum kitaplarıma da mana buluyorlar..  unutacağım, yitirip yaşamı, hiçbir şey olmamış gibi yıkılacağız.. biz bekliyoruz, beklentisiz yıkılacağım diyeceğimiz günü.. sesleniyorlar; beden ol, ceset ol. beden ol, ceset ol..

şimdi o yüzden başlayan yaşamaların tepesinde, avuç içlerinde ziller takıp dönüşüyorum, dönüşüyorum.. istiyorum için seriliyorlar, çünkü ben yalnızca beden, sığınak, bir ana kucak, annelerinden sonraki kabulleniş durak,sakınmasız şehvet, şaheserleri için hafıza, dinginliğince huzur uykusu, uygun sözcük dizicisi.. sen bende olma da, onlar nelere el atacaklarsa o benim..

seninle yaslıyız, kimin kimi doğurduğu muamma bu öyküde, midem döndü yalnızca.. seni öpmeye geldim..


14 Temmuz 2014 Pazartesi

işte o bir noktadan karalamaya başla, küçük karanlık noktandan sonrası zihninin karadeliği..

şimdi o kuşlar evlerine dönsün, yaz bitmeden dönsün.. geçen yaz birden bire gitmişlerdi, daha yaşayamadıydım.. kış çetin geçti, ben bir ceviz gibi kabuğumu yüklenemeden üstüme, kış beni benden geçirdi.. o kuşlar neden döndüler geriye.. ortasında kalakaldığım yaz ve canıma okunan ferman kış.. baharları ipten atlar gibi atladıydım, önce kırlangıçlara ağıtlar sonra canımın kastlığı.. ben yaşayamadımdı..

kimdi göz bebeğimin içinden sızarak o perdeleri yakan, gördüklerim acıdan öte neydi? anlamsızlık yoklamalarında benim yol kenarlarında papatya yetiştirmem neyin nesiydi? bak çok geçti ay ay gün gün, parmaklarımdan çok geçti zaman diye şimdi avuçlarım yanıyorsa amenna.. biliyorum zamanı, bir elim diğerini doğruyor.. bu katliamdan ben bir kabuk kalakalmak istiyorum, yaz bitsin.. kuşlar da dönsün evlerine..

çok acıyor..


14 Haziran 2014 Cumartesi


Ben ellerini "yeryüzünde yerim var" demek için tutmuştum.

2 Ocak 2014 Perşembe

yarım diye bir şey yoktur, her şey olduğu kadar, tam..

gideni anlamak zor olmasa gerek.. ne bileyim mesela ben hazırlanıyorken yakalıyorum kendimi, anlıyorum gidiyor olduğumu.. dışarıdan daha çok görünüyordur sanıyorum.. yavaşlıyorum, öyle yavaşlıyorum ki.. sanki o odaya hiç ayak basmamışçasına atıyorum adımları, yavaşça eşyaları topluyor, toz alıyor.. sanki kendime bile hissettirmemeye özenerek usulca bırakıyorum her şeyi bulduğum yere..  sonra bakıyorum, bakışları kaçırmış olamazsın.. hani insan ölmeden önce hayatının film şeridi gibi geçme klişesi var ya, onun gibi.. bakıyorum yüzüne bir yayın akışı izliyorum.. sana o denli bakarak olan bir insanın kalmaya meyli tükenmiş olabilir.. benim bakışım senin yüzünde zaman perdeliyor, fark etmiyor olamazsın.. bir insan bir yüze bakarak aynı anda hem güneşli, hem parçalı bulutlu, hem fırtına, tipili.. bu kadar zor olmamalı.. susuyorum mesela, sanki ne kadar çok susarsak yan yana , birlikte konuştuğumuz tüm zamanların yerine olacak ve ödeşerek ayrılacağız gibi.. sözcüklere borcumuz kalmayacak.. hiç açıklama olmayacak.. suçluluk olmayacak.. konuştukça bir suçtur başlıyor çünkü, elde ne var ne yoksa döküp ortaya, bu sana bu bana..
kalanı gideni, olanı biteni hesaplamak..

düşünüyorum mesela.. bir insan bırakırken bir yere, geriye kalan her yeri düşünüyorum.. dünya birden, yeniden anlam kazanıyor ve ben anlam avcısı oluyorum.. ağaçlara yeniden, yeni bir gözle bakıyor, rüzgarı başka çekiyorum.. sanki yalnız olunca yaşamak daha anlamlı olmalı gibi.. sonuçta hepimiz bir şekilde zaman geçirmenin peşinde, biraz da bir şeylere yüklenip, yükleyerek hayatta kalıyoruz.. sana anlam aramaktan yorulunca; belirsizliklerle dolu hayat, uğraşa düşmek için ideal.. çünkü iki insanın aynı anda hem yan yana durarak hem de hayata bir anlam araması imkansız.. arayışlar karışıyor, çekmeceler karıştırılıyor.. fark edeli çok oldu bir insanı sevince dünya daha küçük bir yer haline geliyor..birlikte nefes almak belki bu yüzden zor..


15 Aralık 2013 Pazar

bazı şeyleri şarkılar anlatamıyor.. yazık, çok yazık..

senin mevsimin mi geçkin? üşüyorsun , ellerin bir hayli garip çam gövdesi.. ellerinden bir sal, belki.. yapabilir miyiz dersin? parmak uçlarından küreklerimiz.. batar mıyız? gövdenden bir can simidi.. unutmalıyım şimdi bunu, unutmalıyım çünkü sen, ağaç olmamalısın.. yalnızca bedenin olsun gördüğüm, ellerin çatlamış sadece biraz.. gördüklerimi insanlaştırmak konusunda zorlanırım da ben biraz.. sanki et yalnızca et değilmiş gibi, bir yerde benzerlerini, uzak benzerlerini çağrıştırır bana.. mesela sen saçların ve kızarmış yanaklarınla bir elma ağacı .. hayır hayır, yalnızca yanakları soğuk bir kadınsın sen.. ve sesin bir müzik defteri değil, hayır değil yalnızca sinirler ve ses telleri.. çok zor anlıyor musun? hayır, sen bana baktığında ne görüyorsun?gülümsüyorum değil mi, elimde çevirdiğim bir kupa kahve, bitmeyen gün ve gecelere dayanıklı kahve.. sen de yanılma benim ellerim, el yalnızca.. bazen ben onlara baktığımda, bir dünya haritası, kuşluk, bazen kara delik, bazen hiçlik olurlar.. ama onlar et, kemik ve sinir yalnızca..  benim gibi yanılma, ben dünyada her şeyin bir anlamı olduğuna inandım ve inandım yıllarca.. oysa mevsimler mevsimdi, sen belki ilkbaharda doğmuştun, belki doğmadın ama ben senin bir yanıyla da neşeni bahara yakıştırdım, hani geleceğini nergis ve sümbülden anladığımız.. sen de öyle kokuyordun, soğuk kokuyordun biraz ne yazdan ne güzden nasibini almışçasına, sanki orada bir yer de bir şey kaybetmiş, sonra bulmaktan umudunu yitirip, ne bileyim işte yitirmiş, yitirmeye alışmış, yitirdiğini unutmuş, yitikliğini gizleyememiş gibi.. geldin işte, kapıdan önce kokun girdi.. her zaman büyüleyici gelmiştir kışın ortasında nasıl başarır bu çiçekler kokusuyla insanın içini yakmayı.. yakar evet, yasemin en çok yakar..  nergis bir de.. yüzü yerde toprak eşeleyen çocuklar gibi, mis kokulu, sütten yeni kesilmiş.. işte yine oldu, bu kez insandan geriye kalan, kendinden çıkıp benzedi. işte bana böyle büyük bir yanılgı yazgılanmış, sanki var olan her şey birmişçesine görüyorum, büyük ahmaklık, evet.. dayanamıyor, görüyorum.. kör olmayı denedim, delireceksin dediler, kör olayım o zaman dedim. bu kez gözlerime bağladığım çaputun içinde evreni gördüm, yıldız kümeleri, samanyolu, ne büyük patlamalardı, doğumlardı, uzayı doğururken gördüm, sonsuzda açılan kapıları, gezegen girdapları.. olmadı, yine olmadı.. bu kez çıldıracak gibiye geldim,bir dehşet bir mutluluk içim.. sen işte öyle büyük bir doğumun düşüğü gibi geldin, ellerini gördüm, yanakların kırmızıydı.. gökten düşen dördüncü elma gibi geldin, herkeslerin karnı tokmuş da, çürümeye kalmış, kurtlara hazır, "alın gelin artık yetecekse bu yetti canıma" der gibi.. acele mi etmiştin, bilemiyorum belki de hava soğuk, ayakların da üşümüştü, keyfin yoktu, parmakların acıyordu, kızarmıştı..  bilemiyorum, anlıyorum sadece.. "merhaba" dedin, "kahveniz var mı?" müzik kesildi, sen şakıyordun işte, ormanda yangın vardı sen şakıyordun, kaçıştırıyordun, kurtarsınlar canlarını istiyordun, senin sesin öyle diyordu, sözün.. kahve vardı "elbette, sıcak süt?"..  sen belki sadece soru soruyordun.. ben hep yaraları açık bıraktığımdan böyle, bilinen yerlere çekingen sorulan sorularda hep kapalı yaralar arardım, aradım seni.. az önce ısırmıştın dudaklarını, soğuk kanatmıştı, kış seni öpmüştü işte basbayağı.. aranıza bir yalnızlık girmiş, hayatla sen, zamanla sen... sen bu kargaşadan dudak kanaması ile çıkmıştın, yani bu kalan kışı hep kanamalı konuşmalarla geçireceğin, göğsüne bir nar broş iliştirip, dokunma, dokunma haykıracağın anlamına geliyordu. bilmiyorum ki ben, belki de sen sadece, sen değil mevsim kış, üşümüş, dudağını kanatmıştın, yaranı iyileştirmek için yalamış- sen kedileri hep sevmiştin- iyileşmeyi başaramamış, dilini kana bulamıştın. kışa hazırlıksız yakalanmıştın, mevsimin geçmişti.. sen belki hiç kardelen görmemiştin, soğuk çocukluğundan bu yana acımasızdı, bilemiyorum belki de zamanın çoğu seni ezerek geçiyordu.. "üşümüş görünüyorsunuz" dedim. bana baktın, bilmem ki ne gördün, et kemik, harita bir bahçe, yanık ağaçlar, kor yürüyüşler, teslimiyetin sağduyusuz yorgunluğu, tebessüm ustalığı, bilmiyorum ne gördün de, ağlama başladın..  ben bilmiyorum ama belki de yanılmamışımdır.. belki de insan biraz insan denen başka şeylere de benzer, ne bileyim sen ağlarken ben bir baraj yıkılmış da bir nehir özgürlüğüne kavuşmuş, basacağı köyler için acı çekerken, özgürlüğü için de delice seviniyormuş gibi geldin..
ben bilemem ama insan bazen bir şeyi severken, alıp kendini ona taşımak ve o insanda taşıdıklarını görmek istemeden onun çatı katında saklanmak ister.. yani alt katta hayatı dursun, kaçmasın, kaybolmasın da, yarası izinden soğuduğunda yeniden oraya, geldiğine dönebilsin..
bilemiyorum ki, belki de insan severken çok bencil ya da bencilliğinden çok sevgili.. bilemiyorum belki de sen o an anlamıştın, anlamıştın kış bittiğinde senin mevsimin vurduğunda pencereden, kahvenin tadını artık sevmediğini fark edeceğini, örülmüş berelerin kedilere yumak olmasından hiçbir üzüntü duymayacağını, battaniyeyi naftaline basarken çığlık çığlığa kaçışan kokuları umursmayacağını, bilemiyorum ki belki sen de iki kimsesizin birbirlerini bulmasının iyi olmadığını söyleyen o filmi izlemiş, ve o kapıdan girip kimsesizliğin yüzüne yeni vurulmuşken, yine de yine de denemek istemiş sonra beyaz bayrakların hayata çekileceğini anlamıştın.. belki de sen sadece, bütün gördüklerim avuçlarına indiğinde seni kucaklayacak güçlü kucak olamayacağımı anladın.. bilemedin çok sevdin, çok çok anladın..