27 Eylül 2012 Perşembe


dedik ki:

dinle(n)meliyiz
çağrı ezgileri beşiğinde..

biz us(ul)uz
bekleyişlerin erdemine kurulmuş
suskunun ilmine karıyoruz şarkılarımızı..
günü taşıyor,
ve aşıyoruz geceyi
kımıltısız..

göğe erişen yol
çilede
buğuda
ve
dumanda değil

esrarı yok

(d)uyuyoruz
şarkımız yol
yol biz

(zam)anın hazzına varmış,
ayrılırken rüyadan
var dilince çağırıyor gök

gel-yürü-gel
kımıltısız

yeniden








esrar: (Arapça) sırlar

Fotoğraf: tumblr.com



ve bir olacağız




dedi ki:

beni tanıyorsun
bir adayım,
kara parçasıyım..
Atlantis benim bedenim..
rüzgarı ve abı bildim
ve dinledim kadim öykülerini yer kürenin..
bir mütevazılıkdır yaşam..
bahşedilmiş olanı kabullenme coşkusu
ve bölüşmekten duyduğun haz..

seni tanıyorum
sen yürüdün önce ve inancına vardın birliğinin alemle,
bunun için yalnızca yürüyüp, büyümüş olman gerekse de,
sadakati öküz bırakmadığın için
şimdi birlikte,
üstümde yürüyeceğiz..
yerin ilmini bilen başını indirme
göğü anlamaya gitmeliyiz..
seninleyim..
hep seninleydim..

dedim ki:
Sana aşığım..
Sana ve bana..
ve BÜTÜN olanlara..








Fotoğraf:tumblr.com










benimle bir dokunacak





dedi ki:
 
önümden yürü,
beni gör ve iz sürmeyi öğren,
önce iz olmalısın sen..
iz, yola sadakat etmek..
yoldaşların bacaklarını tanı,
dinle adımların bastırdığı toprağı,
öğrenmelisin
“neden” izin verdi gezinmene..
gözlerini asla yere düşürme,
yolda değil yol olmalısın sen..
yol, farkına varmak ötelerin..
önümde yürü ki;
ardını bil, nereden geldiğini..
kulaklarını sal rüzgara
önce işit ve sonra,
duyurulanları savurmayı öğren..
bilge değil bilgi olmalısın sen..
bilgi, yaşam-ak nedeni..

adımla, yürü..
dönüş ol şeye.

 
 
 
 
 
 
 
Fotoğraf:tumblr.com

20 Eylül 2012 Perşembe

büyü





şimdi o büyü-müşse,


bir oğlan çocuk ya da kirpiklerinden kıvrımlı bir körpe..
eskil dilleri yitirmemiş olsak ne güzeldi,
katlansaydı her bir ses içinde anlam..
hatlarını okuyabilseydim tenin
ve yaşayabilseydi göğsümde çiçekler
süt akıtabilseydim ben mürekkep yerine


geçmiş zaman gereklilik çatıları bugün yaşatmıyor

ciğerim yetmiyor mu da çiçeklerin canına davranıyorum ben
soğurmak diye büyülü bir sözcük vardı kadının dilinde


"çiçek dediğin kapalı durur.
yoksa vaktini soğuruyorlar saatinin ya suyla ya karayla, bütün sevgililer."


ezberleri lokmalık yeseydim tıka basa olmaz,
usulun yazgısını kırmazdım bir lanet
dehlizlere inmek ne güzeldi
su şarkısı ve Ayı'ın şavkında varılırdı gizlere

geçmiş zamanın edilgenlik çatıları bugün yaşanmıyor

kavanozları kırık diye mutfağın gerdanımda mı taşıyorum ben
her gün yaşatan bir dize kadının dilinde


"bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan."



şimdi o büyü yitmişse,

onda sarılı duran çiçek
bende sarmaşığın çiçek buğusu
ah eksiği  ne'm var
ben bir oğlan çocuk ya da kirpiklerinden kırık körpe





Fotoğraf: tumblr.com
Alıntılar: Nilgün Marmara ve Lale Müldür

8 Eylül 2012 Cumartesi

sar-dunya


   
   

   Sardunyalı bahçede oturmuş, fal bakmalık fincanları evirip çeviriyoruz dudağımızda, sanki içimizden geçenleri söyleyebilsek, gösterecek fincan bize ne var ne yoksa.. sonra geceden söze başlıyor o.. Kaldırıp başımı hilal kalmış Ay'ı selamlıyorum.. Sonra sözü alıp bana geliyor
  " Var senin bir şeyin. anlat bakalım"
  " Yok benim bir şeyim"
  "Var" diyor. " Ben anlarım, ben seni hep ellerinden anladım, en çok onları gizledin, kolunu açıkta bıraktın, göğsünü açıkta bıraktın, kalbini açıkta bıraktın ama ellerini gizledin.. Onların bir sırrı var işte onu demedin. Ne zaman bir şeyin olsa gözün parlasa inceden, süzülsen, yani kopuyor olsa içinden bir şeyler, parmakların ayrılır eklemlerinden oraya buraya konar durmadan, hani gölgesi vursa uçtu uçacak bir kuş sanırsın. Sonra kanadı kırılır gibi olur, süzülür, içinde aradığını bulursun. Ellerin acısı soğumuş bir ana gibi durgun olur, ama ulur ha bire.. Parmakların ulur.. Anlarım.. Al işte ellerin yine.. Fincanı tutar gibi yapan, fincandan ev kurar gibi yapan, işlek kımıldayan ellerin.. ben sana tehlikenin geleceğini de ellerinden sezerim."


  Bakıyorum ellerime, kısa kemikler, yitik tırnak uçları,kıvrımlı damarlar... Bakıyorum da, ben neden göremiyorum gelecek tehlikeyi, ben elleri..

"Yok bir şey" diyorum..
Benim olan, eller, im, aitlik ekleri..

  Göremiyorum, fal açılmıyor. Bahçeye bakıyoruz; sardunyalar, köşede dinlenen bir salyangoz. Belki içi yok, belki ölgün, kurumuş...Beynimde patlayan deklanşör sesiyle birlikte geliyorlar birden;  kayıp bir fotoğraf albümü, öpüştüğüm çingene, kartuşsuz daktiloya yazılmış bir cümle,panoda aşık olduğum yalnız fotoğraf, bir şarap sözü,hoşlantı... Taşlar oturmuyor, dağılıyor bir anda.. tek bir ses ile..

  Sonra yine konuşuyor o "İçini sustur kızım, için kavruk bir bere.. İçinin izini sürme kimselere.. Seni ilk gördüğüm gün dedim'yarası bol bahtı güzel', öyle şey olur mu deme, olur. Bazı insan acının tadı ala ala, bile bile, sindire sindire kendini bir kelebek kor sonunda. Sen kelebekleri de sevmezsin ya yine de börtü böcek aklına bunu da sok.. Öyle acısıydı, tatlısıydı yaşadım da  geçtim diyemezsin. Acımışsa için acısındır artık, kavrulduysan kavruk.. İçinde dönüp duran hergele bir kuş, her çarptığında kafesine nefes verme, nefes al. Söylemişti dersin, senin bir gizin var, senin.."

  Dolu gözüm, yüzüne bakıyorum. Onun bir yüzü var; zaman zaman atlasa benziyor, zaman zaman yalnızca çilekeş bir kadın portresi. Elimi uzatıyorum ellerine, dizine koyuyorum neden sonra "Uzanabilir miyim biraz? " Gülümsüyor, dişleri yok. Utanmıyor, alabildiğine gülümsüyor. Daha bir seviyorum ona bakarak olmayı. Kucağına uzanıyor başım.

  "Benim" diyorum. Başlıyor yüzüme bir şelale inmeye, biri şarkı mırıldanıyor, fincan kapaklanıyor birden dudaklarıma, üstünden balıklar zıplayarak geçiyor. Bir kuş sesi seçer gibi oluyorum  uzaktan, daralacakken içim yine, çağıldıyor şelale, daha bir yükseliyor şarkı..

  Sardunyalı bahçede lamba sönüyor, ben uyuyorum..
O, rüyalarımı da duyuyor..








Resim: Silver Valley

4 Eylül 2012 Salı

beklerken acılaşır bazı şeyler..



zamanı sarmaşıklara böldüm,
sayıyorum..
çayımda dem,
gel!







safran çekti, lekesiz ..