8 Eylül 2012 Cumartesi

sar-dunya


   
   

   Sardunyalı bahçede oturmuş, fal bakmalık fincanları evirip çeviriyoruz dudağımızda, sanki içimizden geçenleri söyleyebilsek, gösterecek fincan bize ne var ne yoksa.. sonra geceden söze başlıyor o.. Kaldırıp başımı hilal kalmış Ay'ı selamlıyorum.. Sonra sözü alıp bana geliyor
  " Var senin bir şeyin. anlat bakalım"
  " Yok benim bir şeyim"
  "Var" diyor. " Ben anlarım, ben seni hep ellerinden anladım, en çok onları gizledin, kolunu açıkta bıraktın, göğsünü açıkta bıraktın, kalbini açıkta bıraktın ama ellerini gizledin.. Onların bir sırrı var işte onu demedin. Ne zaman bir şeyin olsa gözün parlasa inceden, süzülsen, yani kopuyor olsa içinden bir şeyler, parmakların ayrılır eklemlerinden oraya buraya konar durmadan, hani gölgesi vursa uçtu uçacak bir kuş sanırsın. Sonra kanadı kırılır gibi olur, süzülür, içinde aradığını bulursun. Ellerin acısı soğumuş bir ana gibi durgun olur, ama ulur ha bire.. Parmakların ulur.. Anlarım.. Al işte ellerin yine.. Fincanı tutar gibi yapan, fincandan ev kurar gibi yapan, işlek kımıldayan ellerin.. ben sana tehlikenin geleceğini de ellerinden sezerim."


  Bakıyorum ellerime, kısa kemikler, yitik tırnak uçları,kıvrımlı damarlar... Bakıyorum da, ben neden göremiyorum gelecek tehlikeyi, ben elleri..

"Yok bir şey" diyorum..
Benim olan, eller, im, aitlik ekleri..

  Göremiyorum, fal açılmıyor. Bahçeye bakıyoruz; sardunyalar, köşede dinlenen bir salyangoz. Belki içi yok, belki ölgün, kurumuş...Beynimde patlayan deklanşör sesiyle birlikte geliyorlar birden;  kayıp bir fotoğraf albümü, öpüştüğüm çingene, kartuşsuz daktiloya yazılmış bir cümle,panoda aşık olduğum yalnız fotoğraf, bir şarap sözü,hoşlantı... Taşlar oturmuyor, dağılıyor bir anda.. tek bir ses ile..

  Sonra yine konuşuyor o "İçini sustur kızım, için kavruk bir bere.. İçinin izini sürme kimselere.. Seni ilk gördüğüm gün dedim'yarası bol bahtı güzel', öyle şey olur mu deme, olur. Bazı insan acının tadı ala ala, bile bile, sindire sindire kendini bir kelebek kor sonunda. Sen kelebekleri de sevmezsin ya yine de börtü böcek aklına bunu da sok.. Öyle acısıydı, tatlısıydı yaşadım da  geçtim diyemezsin. Acımışsa için acısındır artık, kavrulduysan kavruk.. İçinde dönüp duran hergele bir kuş, her çarptığında kafesine nefes verme, nefes al. Söylemişti dersin, senin bir gizin var, senin.."

  Dolu gözüm, yüzüne bakıyorum. Onun bir yüzü var; zaman zaman atlasa benziyor, zaman zaman yalnızca çilekeş bir kadın portresi. Elimi uzatıyorum ellerine, dizine koyuyorum neden sonra "Uzanabilir miyim biraz? " Gülümsüyor, dişleri yok. Utanmıyor, alabildiğine gülümsüyor. Daha bir seviyorum ona bakarak olmayı. Kucağına uzanıyor başım.

  "Benim" diyorum. Başlıyor yüzüme bir şelale inmeye, biri şarkı mırıldanıyor, fincan kapaklanıyor birden dudaklarıma, üstünden balıklar zıplayarak geçiyor. Bir kuş sesi seçer gibi oluyorum  uzaktan, daralacakken içim yine, çağıldıyor şelale, daha bir yükseliyor şarkı..

  Sardunyalı bahçede lamba sönüyor, ben uyuyorum..
O, rüyalarımı da duyuyor..








Resim: Silver Valley

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder