15 Aralık 2013 Pazar

bazı şeyleri şarkılar anlatamıyor.. yazık, çok yazık..

senin mevsimin mi geçkin? üşüyorsun , ellerin bir hayli garip çam gövdesi.. ellerinden bir sal, belki.. yapabilir miyiz dersin? parmak uçlarından küreklerimiz.. batar mıyız? gövdenden bir can simidi.. unutmalıyım şimdi bunu, unutmalıyım çünkü sen, ağaç olmamalısın.. yalnızca bedenin olsun gördüğüm, ellerin çatlamış sadece biraz.. gördüklerimi insanlaştırmak konusunda zorlanırım da ben biraz.. sanki et yalnızca et değilmiş gibi, bir yerde benzerlerini, uzak benzerlerini çağrıştırır bana.. mesela sen saçların ve kızarmış yanaklarınla bir elma ağacı .. hayır hayır, yalnızca yanakları soğuk bir kadınsın sen.. ve sesin bir müzik defteri değil, hayır değil yalnızca sinirler ve ses telleri.. çok zor anlıyor musun? hayır, sen bana baktığında ne görüyorsun?gülümsüyorum değil mi, elimde çevirdiğim bir kupa kahve, bitmeyen gün ve gecelere dayanıklı kahve.. sen de yanılma benim ellerim, el yalnızca.. bazen ben onlara baktığımda, bir dünya haritası, kuşluk, bazen kara delik, bazen hiçlik olurlar.. ama onlar et, kemik ve sinir yalnızca..  benim gibi yanılma, ben dünyada her şeyin bir anlamı olduğuna inandım ve inandım yıllarca.. oysa mevsimler mevsimdi, sen belki ilkbaharda doğmuştun, belki doğmadın ama ben senin bir yanıyla da neşeni bahara yakıştırdım, hani geleceğini nergis ve sümbülden anladığımız.. sen de öyle kokuyordun, soğuk kokuyordun biraz ne yazdan ne güzden nasibini almışçasına, sanki orada bir yer de bir şey kaybetmiş, sonra bulmaktan umudunu yitirip, ne bileyim işte yitirmiş, yitirmeye alışmış, yitirdiğini unutmuş, yitikliğini gizleyememiş gibi.. geldin işte, kapıdan önce kokun girdi.. her zaman büyüleyici gelmiştir kışın ortasında nasıl başarır bu çiçekler kokusuyla insanın içini yakmayı.. yakar evet, yasemin en çok yakar..  nergis bir de.. yüzü yerde toprak eşeleyen çocuklar gibi, mis kokulu, sütten yeni kesilmiş.. işte yine oldu, bu kez insandan geriye kalan, kendinden çıkıp benzedi. işte bana böyle büyük bir yanılgı yazgılanmış, sanki var olan her şey birmişçesine görüyorum, büyük ahmaklık, evet.. dayanamıyor, görüyorum.. kör olmayı denedim, delireceksin dediler, kör olayım o zaman dedim. bu kez gözlerime bağladığım çaputun içinde evreni gördüm, yıldız kümeleri, samanyolu, ne büyük patlamalardı, doğumlardı, uzayı doğururken gördüm, sonsuzda açılan kapıları, gezegen girdapları.. olmadı, yine olmadı.. bu kez çıldıracak gibiye geldim,bir dehşet bir mutluluk içim.. sen işte öyle büyük bir doğumun düşüğü gibi geldin, ellerini gördüm, yanakların kırmızıydı.. gökten düşen dördüncü elma gibi geldin, herkeslerin karnı tokmuş da, çürümeye kalmış, kurtlara hazır, "alın gelin artık yetecekse bu yetti canıma" der gibi.. acele mi etmiştin, bilemiyorum belki de hava soğuk, ayakların da üşümüştü, keyfin yoktu, parmakların acıyordu, kızarmıştı..  bilemiyorum, anlıyorum sadece.. "merhaba" dedin, "kahveniz var mı?" müzik kesildi, sen şakıyordun işte, ormanda yangın vardı sen şakıyordun, kaçıştırıyordun, kurtarsınlar canlarını istiyordun, senin sesin öyle diyordu, sözün.. kahve vardı "elbette, sıcak süt?"..  sen belki sadece soru soruyordun.. ben hep yaraları açık bıraktığımdan böyle, bilinen yerlere çekingen sorulan sorularda hep kapalı yaralar arardım, aradım seni.. az önce ısırmıştın dudaklarını, soğuk kanatmıştı, kış seni öpmüştü işte basbayağı.. aranıza bir yalnızlık girmiş, hayatla sen, zamanla sen... sen bu kargaşadan dudak kanaması ile çıkmıştın, yani bu kalan kışı hep kanamalı konuşmalarla geçireceğin, göğsüne bir nar broş iliştirip, dokunma, dokunma haykıracağın anlamına geliyordu. bilmiyorum ki ben, belki de sen sadece, sen değil mevsim kış, üşümüş, dudağını kanatmıştın, yaranı iyileştirmek için yalamış- sen kedileri hep sevmiştin- iyileşmeyi başaramamış, dilini kana bulamıştın. kışa hazırlıksız yakalanmıştın, mevsimin geçmişti.. sen belki hiç kardelen görmemiştin, soğuk çocukluğundan bu yana acımasızdı, bilemiyorum belki de zamanın çoğu seni ezerek geçiyordu.. "üşümüş görünüyorsunuz" dedim. bana baktın, bilmem ki ne gördün, et kemik, harita bir bahçe, yanık ağaçlar, kor yürüyüşler, teslimiyetin sağduyusuz yorgunluğu, tebessüm ustalığı, bilmiyorum ne gördün de, ağlama başladın..  ben bilmiyorum ama belki de yanılmamışımdır.. belki de insan biraz insan denen başka şeylere de benzer, ne bileyim sen ağlarken ben bir baraj yıkılmış da bir nehir özgürlüğüne kavuşmuş, basacağı köyler için acı çekerken, özgürlüğü için de delice seviniyormuş gibi geldin..
ben bilemem ama insan bazen bir şeyi severken, alıp kendini ona taşımak ve o insanda taşıdıklarını görmek istemeden onun çatı katında saklanmak ister.. yani alt katta hayatı dursun, kaçmasın, kaybolmasın da, yarası izinden soğuduğunda yeniden oraya, geldiğine dönebilsin..
bilemiyorum ki, belki de insan severken çok bencil ya da bencilliğinden çok sevgili.. bilemiyorum belki de sen o an anlamıştın, anlamıştın kış bittiğinde senin mevsimin vurduğunda pencereden, kahvenin tadını artık sevmediğini fark edeceğini, örülmüş berelerin kedilere yumak olmasından hiçbir üzüntü duymayacağını, battaniyeyi naftaline basarken çığlık çığlığa kaçışan kokuları umursmayacağını, bilemiyorum ki belki sen de iki kimsesizin birbirlerini bulmasının iyi olmadığını söyleyen o filmi izlemiş, ve o kapıdan girip kimsesizliğin yüzüne yeni vurulmuşken, yine de yine de denemek istemiş sonra beyaz bayrakların hayata çekileceğini anlamıştın.. belki de sen sadece, bütün gördüklerim avuçlarına indiğinde seni kucaklayacak güçlü kucak olamayacağımı anladın.. bilemedin çok sevdin, çok çok anladın..

12 Aralık 2013 Perşembe

burası acımasız soğuk ve kar, şefkati esirgedi kıştan..

sen beni kışa bıraktın, üzülmedim.  "kuşlarla gitme" demiştin, "atlatırız soğukları".. bana yalan söyledin, üzülmedim..
göçe hazırlanan kuşlarımı gözlerinden öptüm, tek tep öptüm..
omzun güzeldi bana, pişmeye yakın ekmek kokusu.. bir orman bulmuş , çadır kurmuştuk.. çok kare, yuvarladık kayalardan taşları..  sustun, üzülmedim.. kış sana çöker gibi oluyordu, göğsün daralıyor, bakışın kararıyordu, ben uzun yürüyüşlere çıkıp, çalı çırpı, bi gayret yakmaya kışı.. kaçmak yerine savaşmak için, bilmiyorum belki de genç değilimdir.. yanıltıyordur bir şeyler.. her sabah yorganın sen tarafından topladığım hüzün, silkelediğim umutsuzluklar.. sanki sen her sabah parça parça sökülüyordun benden, koluna bacağına sarılarak ben, "burada mısın, ah evet buradasın, şimdi ısınacaksın".. atlatıyordum soğuğu, ciğerlerimde kadife kırmızı perde..
bana dünyanın yalnızca döndüğü, çarpık açılarında biçimsizce oradan buradan vurduğu özürlerden söz ediyordun..biliyordum, dünya bu denli koktuğu için omzunda yer alıyordum.. anlamıyordun; neşe, sözcükler, can konmuş sesler.. altımızda ortak yeryüzünü çekip çekip, boşlukta uçuşan yaz fotoğrafları.. tehlikeli, çok tehlikeli sesler sürdün ormana.. sana dehlizlerimin kuyuya döndüğü zamanlardan söz etmiştim.. dehlizim yoktu, ışıltılı giz anılar saklayamıyordum artık, kaybetmiştim..  kuyu bir yaşamın ne kadarında dolardı, bilmiyordun.. taşanları içip içip durduğumu ama yuttuğumu, mide bulantımı unutmak için, için için dağa, taşa, toprağa karıştığımı.. ah sen beni pul pul dökülüyorken, kanat kanat kırılıyorken görüp anlamıyordun.. üzülmedim..
çok sevmek değildi, bilmem neydi ama sıcak havalara denk gelmesi, ne bileyim belki bir yastık kokusu, hani çok deniz bile yoktu içinde.. birlikte midye bile toplamamış, sedef kolyeler takmamıştık. Ay görmüştü bizi, ona bakmıştık.. seni bir yerden, birilerinden emanet almış gibi.. "bak bunlar yollar, bak sen arada bir var bir yok"..  kayan yıldızlara ucu ucuna yetişerek.. inan yaz, bu kıştan daha güzel değildi.. senin geldiğin yolda ayak izlerin taze, taptaze önümde seriliyken..evden çağırıldın, geldiğin .. iyi değillendiğin, seni sana kurdukları yuvadan çağırdılar, gittin.. söyleyebilmeliydin, önemliydi, değildi.. nereye gittiğini söyleyebilmeliydin.. çünkü sormazdım, çünkü bilirdim..  hala yolda durup, çadırda uyuyor, bulduğun her aralıkta dağılıyorsun..
sen beni kışa bıraktın,üzülme.. ben seni gözlerinden öptüm, tek tek öptüm.. ayrılık deniyor buna..