25 Temmuz 2012 Çarşamba

Akdeniz Yenilgisi



Dönüş yolu

Maviyi devşirmeyi göze alamadığım günlerdi, dönüş vakti gittikçe yaklaşıyordu. Gemilere  ya da trenlere atlayarak uzaklaşamayacağımı, aslında ne kadar gidersem gideyim uzaklaşamayacağımı  daha bir anladığım günler.. Bir takas yapıldı, siyah benekli O’na karşılık ben. Kendimi terk ettim, anlaşma yoksunlaşmam üzerine yapılmıştı.  Şeftali ve kiraz ağaçlarını orada unutmuştum ya da taşıdığım bu beden ne kadar unutursa orada o kadar vakit yaşayabileceğine inanıyordum anılarımın. Orada değilim artık, bazı kaçak zamanlarda yine ürkerek ve tek başıma asla başaramayacağımı bilerek ayaklarımı uzatıyorum oraya. Tuzlu kumlar sarıyor, usul geçen gemilerin direklerine sarıyorum saçlarımı, bileklerimi toplayıp geri dönüyorum sonra.  Yaşıyor olmamın tek kanıtı kesildiğinde parmaklarım sızan kan. Pansuman yapmayı bilmiyorum, hastane kokularını bile orada bırakmış olduğumu anlıyorum.

Bir şehir

Bir tepeye koydum başımı, uzun zamanlarca uyudum. Okuduğum korku kitaplarını taşıdım düşlerime, uyanık kaldığım zamanlarda yine onlarla doldurdum. Bir farkı yoktu o sıralar, gözlerimin hangi aralık yittiğini, düşüp beni terk ettiğini anımsayamamam bu yüzden.   Birisi başucuma oturmuş “Uyan” diyordu. “Uyan”. Rüyaları bilmeden neden ayırmak ister ki bir insan diğerini, rüyalarımın sonu hep yıkıntılı bu yüzden.  Gerçeği ayırt etmek bunca kolay bu yüzden oysa ben puslu görüntüleri yaşatmak konusunda başarılı sayarım kendimi.  Kayıplara yetişecek gücüm olmadığından, akıp gidenleri hissetmemek daha kolay geliyor belli ki.

Dönüş yoluna girmeden önce

Maviyi bulduğum günlerdi, zaman göğüs kafesime ulaşmamıştı henüz. Portakalları seçiyor, kivi soyuyor ve sigaraya biraz daha alışıyordum. Her akşam porselen demliğimde tarçın ve zencefil uğurluyordu beni uykulara. Kısa sürede, acelem varmışçasına uyanıyordum penceremden sarkıp bahçeye, sokağa dalıyordum.  Kış ortasında işlemeli eteklerim ve çıplaklığı seçilemez bileklerimle biraz daha portakal seçiyorduk.  Fark ediyordum ki yalnızca kendime ait bir parçayla ben birden çok edebiliyordum. Mavi, çuvalındaki sözcükleri döktükçe daha çok sigara, daha çok zencefil daha çok portakal doluyordu odama.  Sunulmayanlardan türetmeyi en çok o ara öğrendim sanırım.  Yaratmayı çocukluktan severdim.  Onlara gidiyordum, müzik ve biraz dans.  Bir serçe kadar hafiftim, neşeleniyordum avuçlarım sahiplendikçe.  Yolları unutup yanlarına yatıyordum, soluk alıyordum, kalbim bir et parçası olmaktan öte bir şeyler çağrıştırıyordu. Yapabilirdim… Gün batımlarında dört tat bir arada ziyafetlerinden sonra kalbimin yalnızca bir et parçası ama orada attığı için değerli bir et parçası olduğunu hatırlamak için tanıdık yüzlerle dumanlı odalara kapanıyordum. Uzun süreler içiyor ama eve hep ayık ve yürüyerek dönüyorum. Biraz daha portakal?

Şehir

Üç mevsim değiştirdim. Her birine özensizce soyundum ve giyindim.  Etekler, şallar, hırkalar, bere. Ellerim yalnızca bir el artık, avuç içlerimi yüzüme çevirmek istemiyorum. Görülebilecek bir içim yok, boşluğu tanımlayamam. Mavi kaybolmuştu, onu biraz yaşayabilmek adına açtığım bir yara olarak atfettim zamana. Ormanda vurulmuş herhangi bir hayvan olabilirim, yaralı kurtulmuş. Kurtuluş…  Göğsümden sızan kan yavaşça tükeniyor, yolu göremiyorum. Avcıların kokusu birbirine karışmış artık peşimde olup olmadıklarını hissedemiyorum. Hisler, içgüdüler bir hayvanın daha doğru bir haritası yoktur.  Ve ben sürekli insan etmeye çalışıyordum, vurulana kadar. Belki bir intiharı meşrulaştırmaya çalışıyorum vurulmuş sayılarak.  Müziğin dilini kaybettim, sesler var yalnızca. Bedenimde, kafamın içinde gezinen, tepinen ve ayaklarımla eşlik ettiğim sesler. Hayır, bu uyum yeni bir dansın önsözü bile olamaz. Dans eden ayaklarımı orada bıraktım, şimdi yalnızca uzanabilirim bende kalanlarla.  Yükseğe daha yükseğe düşebilir miyim?

O günden sonra her gün
Yenildim…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder