Karıncalar
Kavanoz kapağını kül ordusunun sığınak olarak kullandığını
fark ettiğim an reçeli aramaya koyuldum. Odamın ortasına kurulmuş Arap
çadırının etrafında dolandım, kumları eşeledim. Çadırın içinde kanırtmaya
meyilli gülüşler seçiliyordu, içeriden bir adam şiire başladı bu bir uyarıydı,
oradan uzaklaştım. Vişnelerin kökeni ile
ilgili yanılıyor olmalıydım. Uzun
süredir açılmayan kapımın camlarının dile gelmesinden, bir sarmaşıktan daha
alçakgönüllü bir tavırla etrafını kaplamış örümcek ağlarını bozmaktan, çıkması
muhtemel gıcırtının masamın altında az önce uykuya dalmış yarasaları rahatsız
etmesinden ürkerek kapıyı açtım, mutfağa doğru yol aldım. Yol üstündeki ısırgan
otlarına dikkat etmem gerektiğini biliyordum, bir inat peşinde olduğumu
anımsayıp onlara sürtünerek geçtim.
Tezgahın üzerine bırakılmış kırmızı bir gül gibi parlıyordu. Mutfağı kaplayan
volkanik gölü yüzerek geçtim, ısırgan otlarının şişirdiği ayaklarım kolaylık
sağlıyordu. tezgaha tırmandım, solmaya yüz tutmuş bir gül olduğunu anladım.
Vişne reçelim bir karınca kolonisi tarafından ele geçirilmişti. Karıncaları
yemeyi düşündüm. Bir peygamber çıkageldi, adlarının ve hikayelerinin yazılı
olduğu kitabı bir önceki gece etrafı ışıtması için odanın tavanına astığımı
hatırladım. Ondan ne isteyebileceğimi bilmiyordum. Peygamber porselen tabağımı
göle doğru fırlattı, tabak on iki balığa dönüştü. Bunu hak etmiyordum.
Karıncalara yol gösterdi, kavanoz iki parçaya ayrıldı ve karıncalar her bir
vişneyi sırtlanıp, adımı lanetleyerek kıyıdan yürümeye başladılar. Balıkların
sırtında süzülerek uzaklaştılar.
Peygamber göle atladı..
Bir kavanozluk reçel
yapmaya koyuldum. Ayaklarım beyazdı, ısırgan otları yoktu odamda kitaplar
sakince beni bekliyordu. Kavanoz kapağını çöpe attım. Küllüğümü buldum ve
kavanoza yeni bir kapak uydurdum.
Karıncaları bekledim.
Denge
Ellerimin acı rengini gövdesinden doğduğum o incir ağacından
ödünç almıştım. Diyetini parmak uçlarımı
kurutarak ödüyorum. Bir gün o oyuğa geri
döneceğim, tırnaklarımda kan kırmızı, tırnak aralarım dördüncü kuşak katlinin
izleri.
Gerdanıma esmer kaçan ellerim.. bütün bu kibri açıklayabilir miydi? Avuç içlerimden oyup kurduğum bu dünya dışını
bu denli reddetmem yakıştırdığım bu adla açıklanabilir miydi? Bütün bunlar
geçmiş miydi?
Masalları ayıklayarak başlamıştım. “Zavallıcık rüyalarında sayıklıyordu”,
sakınmadan konuşuyorlardı. İnancı ve duymayı reddettim. Düşlerimde bahçelere indim, kuyular,
çimenliklerin arasında, çiçekleri tek tek seçip göğe doğru inen kuyulara
savurdum, yıldızlar düştü, sesler geldi, dudaklarımı öpüştürdüm. Sesler
gitmedi. Nehirleri ve gölleri bilek
ölçümde ayırt etmeyi öğrendim,
parmaklarımdan dilendim, balıklar doğdu, saçlarımı gözlerime yatırdım,
dinlendirdim, yosunlar açtı. Kurtlar, pamuktan evler, saçlarının sarısına ay
bandığım küçük kızlar, tilkiler, maskeli balolar, kargalar, kayıklar… ben düşlerken birileri kulaklarıma kına
çaldılar, peygamberlerden söz açtılar.
Masal bilmiyorlardı, bir masal dikemeden ölüyorlardı. Onların peygamberleri vardı, koşuşturuyorlardı. Her zavallıcığa kondurulmaktan bıkkın peygamberler,
düşlerime sızıp kuyuyu toprağa ekiyordu.
Fareler geldi, adamlar, uğultular,
orman açıldı birden, karıncalar bastı, kuşları işittim, mermi gibi
çakılıyorlardı. Gürültüden coşan sular şelaleye dönüyordu. Çoğalan her şey beni korkutuyordu, uyumadan önce dudaklarımı dikmeye karar
verdim. İlk iğne iplik cinayetim.
Yaşama direndim, kağıtların kokusu peşinde sürüklüyordu ve
beni bir kulübeye çıkaracak yolun onların peşinden gitmek olduğunu
seziyordum. Yürüdüm, koştum, sapaklardan
döndüm, adımladım, karıştım, kayboldum peşinden ayrılmadım. Kağıtlara inandım
ve sözcüklerden o kulübeyi yetişmeden kurmam gerektiğini anladım… Sözcük olmak nasıl bir şeydir, tasavvur
edebilir misiniz? Hiçbir gün
delirmedim.. insanları görmedim ama kör değildim, çok anlatıldı duymadım ama
sağır değildim, yaşattılar hissizdim ama ölü değildim. İnsanları, anlatılanları ve yaşamayı
unutmadım. Fark etmediler.. Her gece dudaklarımı diktim, uykuların gün içinde
yerini değiştirdim, her rüyadan cebimde bir kavanoz dönüp geldim. Bildirmedim, ele verilmedim.
Bir denge oyunu bu, incir ağacından doğmamış olsam
bilemezdim.
Karıncaları doyurmak borcum… bir masal yazmalıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder