25 Temmuz 2012 Çarşamba

Günce Son


Karıncalar

Kavanoz kapağını kül ordusunun sığınak olarak kullandığını fark ettiğim an reçeli aramaya koyuldum. Odamın ortasına kurulmuş Arap çadırının etrafında dolandım, kumları eşeledim. Çadırın içinde kanırtmaya meyilli gülüşler seçiliyordu, içeriden bir adam şiire başladı bu bir uyarıydı, oradan uzaklaştım.  Vişnelerin kökeni ile ilgili yanılıyor olmalıydım.  Uzun süredir açılmayan kapımın camlarının dile gelmesinden, bir sarmaşıktan daha alçakgönüllü bir tavırla etrafını kaplamış örümcek ağlarını bozmaktan, çıkması muhtemel gıcırtının masamın altında az önce uykuya dalmış yarasaları rahatsız etmesinden ürkerek kapıyı açtım, mutfağa doğru yol aldım. Yol üstündeki ısırgan otlarına dikkat etmem gerektiğini biliyordum, bir inat peşinde olduğumu anımsayıp onlara sürtünerek geçtim.  Tezgahın üzerine bırakılmış kırmızı bir gül gibi parlıyordu. Mutfağı kaplayan volkanik gölü yüzerek geçtim, ısırgan otlarının şişirdiği ayaklarım kolaylık sağlıyordu. tezgaha tırmandım, solmaya yüz tutmuş bir gül olduğunu anladım. Vişne reçelim bir karınca kolonisi tarafından ele geçirilmişti. Karıncaları yemeyi düşündüm. Bir peygamber çıkageldi, adlarının ve hikayelerinin yazılı olduğu kitabı bir önceki gece etrafı ışıtması için odanın tavanına astığımı hatırladım. Ondan ne isteyebileceğimi bilmiyordum. Peygamber porselen tabağımı göle doğru fırlattı, tabak on iki balığa dönüştü. Bunu hak etmiyordum. Karıncalara yol gösterdi, kavanoz iki parçaya ayrıldı ve karıncalar her bir vişneyi sırtlanıp, adımı lanetleyerek kıyıdan yürümeye başladılar. Balıkların sırtında süzülerek uzaklaştılar.
Peygamber göle atladı..

 Bir kavanozluk reçel yapmaya koyuldum. Ayaklarım beyazdı, ısırgan otları yoktu odamda kitaplar sakince beni bekliyordu. Kavanoz kapağını çöpe attım. Küllüğümü buldum ve kavanoza yeni bir kapak uydurdum. 
Karıncaları bekledim.

Denge
Ellerimin acı rengini gövdesinden doğduğum o incir ağacından ödünç almıştım.  Diyetini parmak uçlarımı kurutarak ödüyorum.  Bir gün o oyuğa geri döneceğim, tırnaklarımda kan kırmızı, tırnak aralarım dördüncü kuşak katlinin izleri.  

Gerdanıma esmer kaçan ellerim..  bütün bu kibri açıklayabilir miydi?  Avuç içlerimden oyup kurduğum bu dünya dışını bu denli reddetmem yakıştırdığım bu adla açıklanabilir miydi? Bütün bunlar geçmiş miydi?
Masalları ayıklayarak başlamıştım.  “Zavallıcık rüyalarında sayıklıyordu”, sakınmadan konuşuyorlardı. İnancı ve duymayı reddettim.  Düşlerimde bahçelere indim, kuyular, çimenliklerin arasında, çiçekleri tek tek seçip göğe doğru inen kuyulara savurdum, yıldızlar düştü, sesler geldi, dudaklarımı öpüştürdüm. Sesler gitmedi.  Nehirleri ve gölleri bilek ölçümde ayırt etmeyi öğrendim,  parmaklarımdan dilendim, balıklar doğdu, saçlarımı gözlerime yatırdım, dinlendirdim, yosunlar açtı. Kurtlar, pamuktan evler, saçlarının sarısına ay bandığım küçük kızlar, tilkiler, maskeli balolar, kargalar, kayıklar…  ben düşlerken birileri kulaklarıma kına çaldılar, peygamberlerden söz açtılar.  Masal bilmiyorlardı, bir masal dikemeden ölüyorlardı.  Onların peygamberleri vardı, koşuşturuyorlardı. Her zavallıcığa kondurulmaktan bıkkın peygamberler, düşlerime sızıp kuyuyu toprağa ekiyordu.  Fareler geldi, adamlar, uğultular,  orman açıldı birden, karıncalar bastı, kuşları işittim, mermi gibi çakılıyorlardı. Gürültüden coşan sular şelaleye dönüyordu.  Çoğalan her şey beni korkutuyordu,  uyumadan önce dudaklarımı dikmeye karar verdim. İlk iğne iplik cinayetim.

Yaşama direndim, kağıtların kokusu peşinde sürüklüyordu ve beni bir kulübeye çıkaracak yolun onların peşinden gitmek olduğunu seziyordum.  Yürüdüm, koştum, sapaklardan döndüm, adımladım, karıştım, kayboldum peşinden ayrılmadım. Kağıtlara inandım ve sözcüklerden o kulübeyi yetişmeden kurmam gerektiğini anladım…  Sözcük olmak nasıl bir şeydir, tasavvur edebilir misiniz?  Hiçbir gün delirmedim.. insanları görmedim ama kör değildim, çok anlatıldı duymadım ama sağır değildim, yaşattılar hissizdim ama ölü değildim.  İnsanları, anlatılanları ve yaşamayı unutmadım. Fark etmediler.. Her gece dudaklarımı diktim, uykuların gün içinde yerini değiştirdim, her rüyadan cebimde bir kavanoz dönüp geldim.  Bildirmedim, ele verilmedim. 
Bir denge oyunu bu, incir ağacından doğmamış olsam bilemezdim. 
Karıncaları doyurmak borcum… bir masal yazmalıyım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder